http://www.islamgreen34.tr.gg















İSLAMGREEN34 START
SALAM WORLD TURKISCH START
FACEBOOK İSLAMIC SALAM WORLD
ISLAMIC FACEBOOK SALAM WORLD
İSLAMIC FACEBOOK SELAM WORLD
İSLAMİC FACEBOOK SALAM WORLD CONTACT
İLETİŞİM FORMU
ZİYARETÇİ FORMU
İSLAMİ RADYOLAR
ASTROLOJİ VE BURÇLAR İLE EVLİLİK
YUSUF İLE ZÜLEYHA
SHOW RADYO
BENİ YENİDEN SEVGİYLE BÜYÜT ANNEM
BENİ GERÇEKTEN SEVEN SADECE ANNEMDİ
ÇEÇENYA YÜREKLERDE BİR SEVDADIR
ŞİİR VE EDEBİYAT SAYFASI
İSLAM - GREEN34 INTERNATIONAL NEW WORLD INW
HAYALİMDEKİ PRENSESİME MEKTUP
SANA SEVGİMİ ANLATAMAM
MURAT YAVUZ ŞAHİNOĞLU - ŞİİR KÖŞESİ
MEKTUP
YALAN BU DÜNYA
LOVE WORLD TEXT
SEVGİSİZ GÖNLÜN İLACI
QUANTUM SPACE
SCORPION AND THE TAYGER
SEVGİSİZ YAŞAYACAK GÜCÜM YOK
SENİ VE SEVGİNİ ÇOK SEVİYORUM
DÜNYA ALEMİNDEKİ MELEK
MESSAGE UNITS
SANAL ALEMDEKİ ZARARLI ETKENLER
İSLAM - GREEN34 SMF THEMA
İSTANBUL VİDEO LINKS
GIDA KATKI MADDELERİ - ARAŞTIRMA RAPORU
ISLAMIC ANIMATION
ISLAMIC VİDEOS
WEBCHAT START
SANAL ALEM - SANAL ALEMDEN İNSAN MANZARALARI
SANAL ALEM - SANAL ALEM AİLELERİ PARÇALIYOR
SANAL ALEM - YUVASI YIKILAN MÜSLÜMAN KADIN
SANAL ALEM - DİNİ SOHBET CHAT SİTELERİ KAPANIYOR
XAT TURKEY POWER - DUYURU
FACEBOOK VE TWİTTER
İSLAMİ İNTERNET SİTELERİ
BACKGROUNDS PHOTOGRAPHY YOUTUBE
SULTANLARIN DERGAHI
İSKENDERPAŞA CEMAATİ BLOG
MEHMET ZAHİD KOTKU K.S HAZRETLERİ - 1 -
MEHMET ZAHİD KOTKU K.S HAZRETLERİ - 2 -
WHOİS İSLAM-GREEN34 PAGE
WORLD GREEN MUSLIMS
İSLAMIC PATTENS WALLPAPER
MUSLIMAH KRİSTİANE BACKER PAGE
MAURİTAİNA MUSLIMS PAGE
IRC ADMINISTRATOR POWER
COCA - COLA VE SAĞLIK
FAİZ VE İSLAMİ KAİDE
DOMUZ ETİ VE SAĞLIK
NAMAZ MÜEZZİN VE TESBİHAT
KAMED-İ İSLAM
TESBİHAT- I KEBİR SABAH NAMAZI
NETWORK MARKETING SISTEMI İLE İLGİLİ ARAŞTIRMA
ONLİNE ELECTRONIC CALCULATOR
ONLİNE ELECTRONIC CALCULATOR TWO
DEMO WEBCHAT UNITS
İSLAM - GREEN34 WEBCHAT
İSLAM - GREEN34 WORLD GROUP
के संगीत एक वैश्विक भाषा
арабские списки музыки
سوف يكون العالم مسلمون
ALLAH ER SPRİCHT DİE SPRACHE DER MUSİK
PROF.DR FARUK EL-BAZ VE NEİL ARMSTRONG - 1. BÖLÜM
PROF.DR FARUK EL-BAZ VE NEİL ARMSTRONG - 2. BÖLÜM
PROF.DR FARUK EL-BAZ VE NEİL ARMSTRONG - 3 . BÖLÜM
AMİN MAALOUF - HAYATI VE ESERLERİ
HAKKINI HELAL ET BABA
İSİM VE ANLAMLAR
WORLD LANGUAGE İSLAM
EZAN MAKAMLARI
FORUM NEW WORLD
LOVE STORY İSLAMGREEN34 PHOTOS
MESNEVİ-MEVLANA
İSLAMGREEN34 FACEBOOK GRUPLARI
FACEBOOK İSLAMGREEN34 INW
MEDİNE - İ MÜNEVVERE
KADIN VE ERKEK BENZEŞMESİ
ISLAM GREEN34 GROUP FACEBOOK PIXEL
PHOTOGRAPHY GALLERY İSLAMGREEN34
SEVGİ MERHAMET VE İSLAM
BENİ GERÇEKTEN KİMSE SEVMEDİ
FACEBOOK VE İSLAMGREEN34 GRUBU
FACEBOOK VE İSLAMİYET
FACEBOOK GRUPLARI VE İSLAMİYET
ISLAMIC FACEBOOK INTRO GALLERY
ALLAH İÇİN NE YAPTIN
COMPASSİON İSLAM-GREEN34
TWİTTER FACEBOOK TURKEY
İSLAM VE ANTİFANATİZM
MÜSLÜMANLAR VE İSLAM
NURLU DUALAR FACEBOOK
İSLAM - GREEN34 GROUP PANEL
DUALAR VE FAZİLETLERİ
JAWA YÜKLEME VE ERROR
İSLAM VE BİLİMSEL HAKİKAT
MÜSLÜMANLARIN GERİ KALIŞI
MÜSLÜMANLAR VE DÜNYA
TENGRA İLE TANRI BAĞINTISI
SİSMOLOJİ VE İSLAM
İSLAM VE TEBLİĞ
İSLAMGREEN34 WORLD CATEGORY REPORT
TÜRKİYEDE KİTAP OKUMA KÜLTÜRÜ
VAKT- I CUMA MUBARAK
RESİMLİ CUMA MESAJLARI
CUMA MESAJLARI RESİMLİ
ARABİC PHOTO LINKS
CUMA DUALARI
KALİGRAFİ SANATI
CUMA MESAJLARI VE DUALARI
ANTİSİYONİZM
İSLAM VE DÜNYA
TÜRK VİDEO SİTELERİ
KURAN'I ANLAMAK VE İSLAMİYETİ YAŞAMAK
YABANCILAR NEDEN MÜSLÜMAN OLDU
İSLAMGREEN34 VİDEOS GOOGLE PAGE
INTERNET WEB TEKNOLOJİ
ISLAMGREEN34 E-CAT CO WEBCHAT
WEBCHAT PANEL SORUN ÇÖZÜMLERİ
İSLAMGREEN34 WEBCHAT FREE PANEL
İSLAMGREEN34 WEBCHAT EVERWHERE DEMO
FRANCO ROBERTSON
FREE SHORTCUTS WEB SITE ICON POWER
İSLAMGREEN34 FACEBOOK - WEB POWER
İSLAMGREEN34 NEW LOGO
RESULULLAH FACEBOOK
GIF ANIME GENERATOR POWER
HZ. MUHAMMED SAV LOGO
ISLAMGREEN34 AQUARIUM SEA FİSH PİCTURE ANIMATION
iSTİKLAL MARŞI MEHTER SOUND
SİGARA İÇMEK HARAMDIR
FREE VIDEO PRODUCTION PROGRAM
FORUMUP PHOTO AND VIDEO PLAY
HALEP VE İNSANLIK İLE İSLAM
ISLAMIC MUSIC STARS
YOUTUBE MUSIC CHANNELS LIST
GREEN CRESCENT GLOBAL
ISLAMGREEN34 NEW WORLD FORUM
FACEBOOK FREE CHAT VE AHLAKSIZLIK
TÜRK ARAMA MOTORLARI
FREE- SYSTEM FORUM PAGE TEXT
FREE-SYSTEM FORUM - PHOTO VIDEO BB CODE PAGE
FREE-SYSTEM FORUM BB CODE PAGE TEXT
FREE -SYSTEM FORUM PAGE
ALLAH AŞKIYLA YANAN KALPLER GRUBU
ISLAMGREEN34 NEW WORLD
ISLAMGREEN34 NEW WORLD START
TÜRK SANAT MÜZİĞİ
İSLAMİ YILBAŞI VE MİLADİ NOEL
ALINTI YAZILAR
ALLAH VE TANRI KAVRAMI
İSLAMİYET VE TANRI KAVRAMI
TENGRAİZM KAVRAMI
MÜZİK VE İSLAMİ GÖRÜŞ
MÜZİK VE İSLAMİ BAKIŞ







İSLAM VE ANTİ FANATİZM

FORUM  İSLAMİDÜNYA34  İSTANBUL 2013

AHMET METİN ZİYAOĞLU  

Selamün aleyküm kardeşlerim
Öncelikle şunu söylemek istiyorum
Kelime-i şahadet ehli olan
Tüm insanlar Müslümandır
Dünyada ve Türkiyede
Asırlardan beri süren
Müslümanlar arasında yaşanan
Tüm savaşların asıl sebebi
İktidar ve fanatizmdir
Ve Müslümanların arasındaki savaşın
Sebepleri ne olursa olsun
Asıl sebep iktidar ve fanatizmdir
Dökülen Müslüman kanıdır
Öldürülende Müslümandır
Ölende Müslümandır
Yezid ve Muaviyede Müslümandır
Hz. Hüseyin r.a Efendimizde Müslümandır
Hz. Ali r.a ve taraftarlarıda Müslümandır
Sahabe-i Kiramdan
Veysel Karani Hazretleri Hz.Ali nin r.a Askeridir
Sahabe-i Kiramdan Eyyub El-Ensari Hazretleri ise
Yezid ve Muaviyenin Askeridir
Kısacası hepsi Müslümandır
Bu konuyla ilgili
aşağıdaki bazı kaynaklardan
bir iki anektod aktardım
Okuyunuz
Ancak benim asıl söylemek istediğim şey
Yezid ve Muaviye veya Hz. Ali r.a veya Hz. Hüseyin r.a
Ve bütün Müslümanların
Üst iktidar sahipleri arasında ilk etapta
asla kin ve nefret yoktur
Fakat taraftarları arasındaki fanatizm yüzünden
Üst iktidar sahipleri Müslümanlar arasındada
Düşmanlık varmış gibi algılanmaktadır
Müslüman kardeşlerim
Savaş ve kan ile gözyaşı
Kin ve nefret Müslümanlara yakışmaz
İslamiyet sevgi ve kardeşlik dinidir
Ve hangi Mezhepten Tarikatten olursak olalım
Hangi cemaatten veya Ülkeden olursak olalım
Dilimiz rengimiz ne olursa olsun
Müslümanlar kardeştir
Ve ikltidar kavgası ile Fanatizm
Müslümanları birbirine düşman eden olgudur
Allah rızası için bu olguların etkisinde kalmayalım
Ve Hz. Ali r.a buyurduğu gibi
" Hayatta en hakiki Mürşid İlimdir " Hz. Ali r.a
Buyurduğu gibi akl-ı selim düşünelim
Ve kin ve nefret ile savaşmak yerine
Bilim ve teknolojiye önem verelim
Ve barış ve kardeşlik içinde
Yaşamaya çalışalım
Allah c.c yardmıcımız olsun
Selamün aleyküm
Lütfen aşağıdaki yazıları okuyalım
Ve bir kez daha akl-ı selim olarak
Düşünelim İnşallah




VEYSEL KARANİ HZ.ALİ R.A SAFINDA ASKERDİ

Hz. Veysel Karani’nin 555-560 yılları arasında doğduğu tahmin edilmektedir.
Doğum yeri Yemen’in Karen Köyü’dür. Soyu Yemen Kabilelerinden
Muradoğulları’ndan gelmektedir. Babasının ismi Amir’dir. Kendisinin asıl ismi
Üveys Bin Amir-i Karenî’dir.  Karen Köyü’nün bir mutlu seherinde
dünyaya
 gelen küçük Üveys, Muradoğulları’ndan Amir’in mütevazı
evini mutlulukla doldurur. Dört yaşında iken babası vefat eder.
O, annesinin başka kimsesi bulunmadığından bin bir güçlükle
herhangi bir tahsil görmeden, semavi dinlere ve
kitaplara ait herhangi bir bilgisi olmadan büyür. 
      Üveys büyüdükçe kendisinde doğuştan mevcut olan
“Tek Tanrı’ya İnanç” hissi de gelişir. O’nu kimse anlamaz,
söylediklerine güler, alay ederler. Kendisini anlayan,
dinleyen, derdine ortak olan tek insan annesi idi.
       Gönlü ulvi hislerle kaynaşan ve artık çalışıp annesine bakabilecek
çağa gelen genç Üveys, bir iş aramaya koyulur. Sonunda kendisine
en uygun işi seçer. Kendisiyle alay eden, kendisini anlamayan insanlardan
uzaklaşmak ve endi iç dünyasıyla başbaşa kalabilmek
için deve çobanlığı yapmaya başlar. 
       Hz. Veysel Karani deve çobanlığı yapmaya
başlayınca ihtiyar ve hasta
annesi olmasa deve otlattığı sakin vadilerden Karen’e
inmeyi hiç istememektedir.
Kendi uzletgahında Allah ile başbaşa kalmaktan bir
an olsun ayrılmak istememektedir.
Artık Hz. Veysel Karani’nin ufku öyle
geniş, aydınlık, gönlü öyle duyarlıdır ki, her an
bir kurtarıcının haberini beklemektedir.

       Ve beklediği kutlu haber çok geçmeden kendisine ulaşır.
Bu haber Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in zuhur ettiği
ve insanları “Hak Din’e” davet ettiği haberidir. Hz. Veysel Karani bf
haberi duyunca hiç kimsenin irşad ve teşviki olmadan
Müslüman olur, İslam’a ve Hz. Muhammed’e gönülden
bağlanır. Annesine de Kelime-i Tevhid’i bizzat kendisi öğretir. 
      Hz. Veysel Karani Müslüman olunca yüce peygamberin nurlu
yüzünü görebilmek aşkıyla yanar tutuşur.
Hz. Veysel Karani, Allah Resulü’nü görme arzusunu birkaç
defa pek sevdiği annesine açarsa da, çok ihtiyar
ve âmâ (kör) olan annesi, kendisine bakacak kimse
olmadığından izin vermez. Hz. Veysel Karani’nin yaşı
kırk’ın üzerine gelir. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları
çok iyi hisseden anne, çaresiz “Ancak Medine’ye gidip hemen
gelmek, Hz. Peygamber’i orada bulamayacak olursa teşriflerini b
eklemeden dönmek.” Şartıyla kendisine izin verir. 
       Gönlü Allah aşkıyla, Peygamber muhabbetiyle dolu olan
Hz. Veysel Karani, izin alınca durmaz ve Medine
yollarına koyulur. Issız vadiler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri
aşar ve Peygamber beldesi Medine’ye ulaşır.
Hz. Peygamber’in evine giden Hz. Veysel Karani, Peygamberimizi
evde bulamaz. Peygamber Efendimiz o sırada Tebük Seferi’ndedir.
Peygamberimizi bulamayınca çok üzülür. Hz. Veysel Karani, annesine
verdiği sözü hatırlar. Hz. Aişe (R.A.)’ye “- Kainatın efendisine selamımı
söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübarek yüzlerini doya doya
görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed’i (S.A.V.) ile yandığını,
gönlümün bitmez niyazını bildiriniz.” Diyerek ayrılır ve tekrar Yemen yolunu tutar. 
       Peygamber Efendimiz seferden dönünce Hz. Aişe’ye şöyle hitap ettiler:
       “- Ya Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi
Bu Rahmani kokular, bu İlahi lezzet nedir?
Ey Allah’ın Resulü; Yemen Oymağı’ndan Karen Köyü’nden
Üveys adında bir zat sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin
bağrı yanık aşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün
bir halde ayrıldı. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvi kokuları hissettim.
 
Ya Aişe, sen o zatı gördün mü 

Evet ey Allah’ın Resulü. Sağ gözümün ucu ile baktım. 

Öyleyse o gözünü bende ziyaret edeyim. Görüşün ve gördüğün mübarek olsun.”
Bir müddet sonra Mescid-i Nebevi’ye geçen Resulullah, Sahabelerine seslendiler;

“ – Müjdeler olsun, Üveys’i gören gözü ziyaret ettim
, gelin siz de benim gözümü ziyaret edin.
Ve buyurdular; “Bana Yemen tarafından rahmani
kokular geliyor. Şüphesiz tabii’nin en hayırlısı Üveys’tir.”
Resulullah son hastalıklarında
Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Aişe’ye vasiyet buyurdular :
“ Benden sonra arkamdaki hırkamı, Üveys’e veriniz.”
Yine Resulullah buyurdular :“Benim ümmetimde
Üveys adında bir kişi vardır. Kıyamet gününde Rebia v
e Mudar Kabileleri’nin koyunları tüyü sayısınca günahlı kişilere şefaat edecektir.”
 

       Resulullah’ı göremeden tekrar Karen’e dönen
Hz. Veysel Karani yine deve çobanlığı yapmaya devam eder.
Yine Karen halkı ona divane gözüyle bakar ve O’nunla alay ederlerdi.
O yine herkesten uzak kendi uzletgah’ında ibadetleriyle meşgul
olur, gönlü Allah aşkı, Peygamber sevgisiyle dolar taşardı.
      Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ali ve Hz. Ömen Üzeys Hz.’ni bulur
ve Peygamberimizin vasiyeti üzerine Hırka-i Şerifi Hz. Veysel Kanani’ye verirler.
Peygamberimizin hırkasının Hz. Veysel Karani’ye verilmesinden sonra ve
Peygamberimizin O’nun hakkındaki övgülerinin duyulmasından sonra
Hz. Veysel Karani’nin gözünde değeri artar, herkes ona hürmet eder.
      Annesi vefat etmiş bulunan Hz. Veysel Karani’nin yüceliği bu hadiseden sonra
Karen’de bilindiği ve kendilerine olan hürmet arttığı için
köyden ayrılırlar. Kûye’ye giderler. 
      Hz. Veysel Karani’nin Kûye ve Basra taraflarındaki hayatı da eskisi
gibi yine ıssız vadilerde, tabiatın kucağında ve kendi
uzletgahında Hakk’a niyazla geçmektedir. 
      Hz. ali’nin halifeliği sırasında iki Müslüman grup arasında çıkan Sıffi
n Savaşı’nın hazırlıkları esnasında Hz. Ali tarafında, safında savaşa katılması
ricasıyla Medine’ye davat edilirler. Memnuniyetle bu davete icap eden H
z. Veysel Karani hemen Medine’ye hareket ederler, daha sonra da
Hz. Ali’nin yanında Sıffin Savaşı’na katılırlar. 
     Sıffin Savaşı esnasında Veysel Karani’de yaralanarak
Hicret’in 37. Senesinde (Miladi 657)
Şevval ayının 18. günü Fırat
Nehri kenarında savaş meydanında şehit olur. 
    Sıffin Savaşı’nda şehitlerin büyük çoğunluğu savaşın olduğu
yerde toprağa verildi. Şehitlerini memleketlerine götürmek
isteyenler için tabutlar yaptırıldı. Şehitlerin içinde
Hz. Veysel Karani’de vardı. Mübarek naaşı için
üç ayrı kabile toplanmış ve sahip çıkmışlardır.
Şehit birdi, ancak sahipleri üçtü. Saatlerce tartıştılar.
Ne var ki, hiçbir kabile diğerini tatmin edip inandıramadı.
Sonunda iş Hz. Ali’ye ulaşınca O, olayı islami açıdan anlatmaya çalıştı.
Hz. Veysel Karani’nin köken itibariyle Yemen’li olduğunu ve Yemenlilere v
erilmesi gerektiğini belirtti. Ancak, diğer iki kabile bu teklife razı olmadılar.
Hz. Ali kur’a çekme teklifinde bulundu ise de buna da razı olmadılar.
Bunun üzerine Hz. Ali “Peki, dedi... Veysel Karani’nin mübarek naaşını
ben korumaya alıyorum... Yarın görüşürüz.” dedi ve her üç kabile
başkanları dağıldılar. Hz. Veysel Karani son kerametini gösterdi ve
sabah kalktıklarında her üç kabilenin tabutlarında da göründü.
Her kabile birbirinden habersiz naaşın kendilerine verildiğini
zannederek sessizce naaşı alarak, biri Yemen yolunu, biri Şam yolunu
biri de Bitlis yolunu tuttu.
       Allah aşkının potasında eriyen Veysel Karani Hz.’nin kerameti
böylece yeni olayların çıkmasını önler. Rivayetler O’nun şahadetini
ve kerametini böyle anlatır. Ancak, her şeyi bilen yüce Allah’tır.
O’nun defni ve mezarıyla ilgili anlatılanlar birer rivayete dayanır.
Nereye ve nasıl defnedildiği konusunda kesin bir bilgi yoktur.
Nerede olduğunu ancak yüce Allah bilir.

Keşifleri : 

   Kahveyi bulan o’dur. 
   Üveys bir gün develeri otlatırken buruşuk
meyvelerden birisini ısırdı. Acıydı. “ Allah (c.c) her bir nimeti
fayda için yaratmıştır.” Diyerek acı bulduğu o meyvelerden
birazını ateşin üzerine attı, kavurdu, çiğnedi acılıkları kalmamıştı.
Bir saat sonra Üveys’in aklı içi bir olmuştu. Daha sonra iyi düşünmeye
kendisine güvenmeye başlamıştı.
Üveys derhal yakışan ismi söyledi. “Madem ki yiyeni keyiflendiriyor
(keyfe) olmalıdır.” Dedi. Günümüzde Keyfe adı kahve olarak anılmaktadır.
 

Hz. Veysel Karani’nin İlmi Yönü : 

       Hz. Veysel Karani, dünyanın batıl inançlarla karanlık içinde yüzdüğü bir dönemde
İslam’ın doğuşundan önce Yemen’in Karen Köyü’nde bu aleme gözlerini
açan bir velidir. Hem de velilerin öncüsüdür. Doğuşunda gönlünü ışıklandıran
tek Allah inancı daha çocukluk yıllarında başlamış, olgunluk çağına geldiğinde
bu inanca Peygamber sevgisi eklenince, iç aleminde dış alemleri görür
pencereler açılmıştır. Okul görmediği, bir harf bilmediği halde
yüce Allah ona gayb alemlerini açmıştı. Hiçbir öğretmene
gerek duymadan gizli hazinelerini öğrenmek ve görmek mutluluğunu bağışlamıştır. 
      O’nun zengin gönül ikliminde sürekli olarak Allah’a ve
yüce Peygamberine sevgi çiçekleri yeşermişti. Hz. Peygamber
daha dünyayı aydınlatmadan yıllar önce tek tanrı görüşüne
ve peygamberin geleceğine inanmış olması, O’nun erdem dolu niteliklerinin en üstünüydü.
      Alemler serdarı Hz. Peygamberi dünya gözüyle görmeden
O’na aşık olmuştu. O’nu görebilmek iştiyakıyla doluydu.
Ne var ki, gönül gözüyle her zaman gördüğü Hz. Peygamberi dünya gözüyle görememiştir.
     Hz. Peygamberin " Cennet anaların ayakları altındadır.”
Hadisi ile buyurduğu anne sevgisinin kutsallığını, yatalak annesine
bir ömür boyu gösterdiği üstün hizmet ve ilgisiyle, insanoğluna
en güzel örneği hiç kuşkusuz Veysel Karani Hz. vermiştir.
     Hz. Veysel Karani’nin tabii’nin en ulusu olduğu, Allah ve Resulü
nezdinde çok sevilen bir kişi olduğu, gerek Peygamber efendimizin
hadislerinden, gerekse İslam alimlerinin ortak yorumlarından anlaşılır.
     Veysel karani Hz.’nin hayatı, derinliklerine erişilmeyen bir ummandır.
Bütün yaşamını deve çobanı yanında ibadet ve itaatle sürdürmüştür.
 

     Allah’ın bahşettiği eşsiz yüceliği de Peygamberin hırkasının kendisine
verilmesinden sonra anlaşılabilmiştir. Böylece o güne kadar deli divane
olarak görülen Veysel Karani Hz. halkın gözünde
kutsallaşmış, gönüllerde layık olduğu altın tahta oturmuştur. 
     Allah’ın velileri her zaman insanların
gönlünde taht kurmuştur. Onları her toplum kendilerine
mal etmek istemiştir. Sahip çıkmışlardır. Kendileri
tek olduğu halde Anadolu’muzun
birçok yerinde makamları bulunmaktadır. 
   Hz. Peygamber bir hadisinde;
  “ Beni ziyaret etmek imkanına erişemediğinizde
kardeşim Veysel Karani’yi–Makamını-ziyaret ediniz.” buyurmuştur.




EYYÜB EL - ENSARİ HAZRETLERİ  YEZİDİN ORDUSUNDA ASKERDİ 

http://www.enfal.de/ecdad62.htm 

Rasûlullah (s.a.s.) Istanbul'un fethini
ashâbina anlatip, "Istanbul elbette fetholunacaktir
onu fetheden kumandan ne güzel kumandan
onu fetheden asker ne güzel askerdir"
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335) diye müjdelemistir.
Hicrî 52. yilda Muaviye oglu Yezid kumandasindaki
müslümanlar Istanbul'u kusattilar. Islâm akîdesinin
dünyanin dört bir yanina yayIlmasi husûsunda
çok canli ve diri bir gayrete sahip olan müslümanlar
Istanbul'un fethi ve Islâm devletinin sinirlarina dahil
olmasini siddetle arzuluyorlardi. Hz. Ebû Eyyûb
el-Ensâri bu seferin hazirlanmasi için çok çalismis
ve sefere karsi çikanlara ögütlerde bulunmustu.
Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yasinin
çok ilerlemesinden dolayi Istanbul'a yaklastiklari
bir sirada hastalanmis, Yezid'e, öldügü takdirde
cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacagi
en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde
gömülmesini vasiyyet etmisti. Burada defnedilen
Ebû Eyyûb müslümanlarin Istanbul'da bir sembolüdür.
Istanbul, ashab devrinden baslamak üzere defalarca
muhâsara edIlmis, nihâyet bu sehri fethetmek
1453 yilinda Fatih'e nasip olmustur. Ebû Eyyûb'un
ölüm döseginde su hadisi rivâyet ettigi zikredilir;
"Bir Insan Cenâb-i Hakk'a bir ortak kosmaksizin
ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar."




SAHABE HAZRET- İ MUAVİYE R.A  

 
Hazret-i Muaviye
 

 
Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır.

Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullahın önünde müslüman oldu.
Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı.

Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.
Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]

Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı.

Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir.

İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı.

673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı.

Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullahın sohbetinin bereketiyle İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)

Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor?

Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân]

(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti]

(Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi]

Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi)

(Ya Rabbi, onu
[Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)

(Ya Rabbi, ona
[Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir]

Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi)

İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim:
(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.)
Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)

Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:
(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim]

Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]

Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96)

İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]

İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84)

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)

Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326)

Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde, diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır:
Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili faziletlerden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı:
"Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.

2-
Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu.

3-
Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.

4-
Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.

5-
Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu.

İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)

Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye
Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında diyor ki:
Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki:
(Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)

Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki:
(Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!)
Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)

Cila-ül-uyun
Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)

Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti.

Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.)

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fâsık, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı.

Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)

Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi.

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır.

Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)

Hulasat-ül-mesaib
de diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)

Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir.

Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti.
Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince, katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır.

İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)
 

 
Hazret-i Muaviye
 

 
Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır.

Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullahın önünde müslüman oldu.
Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı.

Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.
Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]

Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı.

Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir.

İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı.

673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı.

Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullahın sohbetinin bereketiyle İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)

Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor?

Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân]

(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti]

(Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi]

Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi)

(Ya Rabbi, onu
[Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)

(Ya Rabbi, ona
[Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir]

Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi)

İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim:
(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.)
Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)

Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:
(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim]

Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]

Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96)

İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]

İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84)

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)

Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326)

Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde, diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır:
Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili faziletlerden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı:
"Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.

2-
Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu.

3-
Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.

4-
Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.

5-
Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu.

İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)

Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye
Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında diyor ki:
Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki:
(Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)

Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki:
(Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!)
Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)

Cila-ül-uyun
Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)

Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti.

Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.)

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fâsık, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı.

Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)

Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi.

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır.

Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)

Hulasat-ül-mesaib
de diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)

Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir.

Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti.
Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince, katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır.

İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır.
Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)
 
Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh)
Peygamber efendimizin kayınbiraderi
ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın
zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir.
Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman
Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp
hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek
saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına
konularak defnedilmesini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır.

Mekke fethedildiği gün babası ile beraber,
Resulullahın önünde müslüman oldu.
Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi.
Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve
Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı.

Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe
derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir.
Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi
yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.
Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini
bilmeyen bir müslüman yoktur. Din imamı idi.
Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi.
Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi.
İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken
bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri
de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile
Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden
daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi
o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden
İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın
nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile
ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem
Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu.
Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık
şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri
Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir.
Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca
kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan
kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya
lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]

Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde
babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı.
Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve
Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki
savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı.
Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl
Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl
Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu.
[41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı.

Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi.
Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi.
Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı.
Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir.

İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu.
Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra
Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te
Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve
iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti.
Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin
zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile
İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı.
Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek
şartıyla barış yapmak zorunda kaldı.

673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan
yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı.
Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs hıristiyanlara geçince
Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi.
Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan
Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu.
Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz
Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim
olduğun zaman, iyilik et!)
buyurmuştur.
Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle
İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı.

Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi.
Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi.
Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden biridir.
Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı.
Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta;
Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner
kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullahın sohbetinin bereketiyle
İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında
 Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz
Zira onu kaybederseniz başların koptuğunu
ve düştüğünü görürsünüz
buyurmuştur.
(Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)

Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir,
bunu ibni Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır.
Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve
Onunla birlikte bulunanların
[Eshab-ı kiramın]
hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine
karşı merhametli, yumuşaktır.)
[Feth 29]

Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar
birbirlerine beddua eder mi hiç
Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor


Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan
Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayır
dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz.
Çünkü, o kavi ve emindir.)
[Tathir-ül-cenân]

(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti]

(Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi]

Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi)

(Ya Rabbi, onu
[Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi]
(Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)

(Ya Rabbi, ona
[Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.)
[İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir]

Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus
valiliğinden azledince yerine
Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti"
diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin.
Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır)
dediğini duydum dedi. (Tirmizi)

İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı
diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti.
Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu
hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim:
(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler
tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını
giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek
ve darlıklarını giderir.)
Râvi der ki, bunun üzerine
Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek
üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)

Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi.
Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık.
Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:
(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi :
Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim
 bunu bana verdi.
Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim
bana bunu da verdi.
Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da
talep etmiştim, bu geri çevrildi.)
[Müslim]

Resulullahın torunlarından seyyid
Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Ali şehid olunca
imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için
hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi.
Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren
Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece 
(Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden
iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır)
hadis-i şerifinin
manası meydana çıktı. Muaviye de
imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu.
Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]

Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı.
Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı.
Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine
hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H. S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin
üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!)
buyurdu.

Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım
Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki :

Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim
 (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler.
Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır)
buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

İmam-ı a'zam hazretleri
(Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu.
İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de,
Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında
(Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan
koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım) buyurdu.
(M. Rabbani c.2, m.96)

İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır.
Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu.
İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki :
Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki :
Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi
(Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim.
Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven)
dedi.
Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem
bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi.
O esnada Hazret-i Muaviye başını
kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu.
Resul-i ekrem bu hâli görünce
( Ya Habibe Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun ) buyurdu.
O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki
 (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]

İmam-ı Malik’in ictihadına göre
Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin
katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır.
(Mesela Eshab-ı Kiram, Ö. N. Bilmen s. 84)

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ
ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)

Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için,
“Onlar bizim kardeşimizdir, fâsık ve kâfir değildirler”
buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler
hakkında kitap yazdı.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile
sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını
bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326)

Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde
diyor ki: İbni Abbas şöyle anlatır:
Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu
ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık.
Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de
Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili
faziletlerden konuşuyoruz
diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. B
u zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük
Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen
bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı:
"Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik.
Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu.
Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim.
O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim
ve yumuşak huy ile doldursun)
buyurdu.

2-
Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti.
Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı.
Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık.
Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü.
Yerden alıp kendisine vermek istediğimde
 (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette
o ayva elinde olarak bana kavuşursun)
buyurdu.

3-
Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik.
Çok susamıştık. Resul-i ekreme ;
"Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi
sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim.
Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime
bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git
ve ona bu çubukla vur)
buyurdu. Gidip taşa vurunca
çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim
sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan
Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca
onların da gelmiş olduğunu gördüm.
Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç
Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı)
buyurdu.

4-
Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra,
"Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince
Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar.
Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der.
O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana
 (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana
Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!)
buyurdu.
Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim.
(Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de
Ayet-el-kürsi'den yaratmıştır)
buyurdu. 
Bunun üzerine yazmaya başladım.

5-
Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk.
Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup
"Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim.
Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca
herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı.
Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca
"Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın" dediğimde
 (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu.

İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını
biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince
ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi
Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak
bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)

Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye
Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana
Abdüşşekur İlahi Mirzapuri
 Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır.
Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir.
İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için,
Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını
(Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini
yazmaktadır.
Kitabın her yerinde
Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir.
Onbirinci sayfasında diyor ki:
Şii âlimlerinden
Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.]
Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki:
(Muaviye vefat edeceği zaman
oğlu Yezide şöyle vasiyet etti : İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını
Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun.
Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar.
Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler.
Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine
hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme
Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)

Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han,
[m. 1879 senesinde vefat etti.]
Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki:
(Nasihatinde şunları da söyledi : Oğlum, nefsine uyma
Allahü teâlânın huzuruna
Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma
Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın
(Hüseyin’e hürmette kusuru olana
Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!)

Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler,
Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz
kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)

Cila-ül-uyun
Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye
etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir.
Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. B
ir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)

Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı.
Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı.
Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi.
Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti.

Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan
Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan
Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp
Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi.
İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın.
Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.)


Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için
fâsık, facir veya kâfir demiyordu.
Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı.
Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine
düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi.
Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından
ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi.
Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de
kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı.

Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin
ölüm haberini Yezide getirince
başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize
Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu.
Ben orada olsaydım Onu af ederdim)
dedi.
Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca
Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim
ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu
[İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi
Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip
(İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm.
Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle
doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve
(Allah heybelerini ateşle doldursun
İnsanların en iyisini niçin öldürdün
Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)


Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi
yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı.
Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar.
İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup
(Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun)
dedi.

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin
(Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu)
demeleri tamamen yalandır.

Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi.
Çok ikram etti. Sabah
akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)


Hulasat-ül-mesaib
de diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine,
(Şam’da benim misafirim
olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz
) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi.
Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi.
Burada bir hafta matem yaptılar.
Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu.
Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi.
Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi.
Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi.
İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)

Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan
insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki
Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi.
Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir.
Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler
bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir.

Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu.
Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti.
Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu.
Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden
kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır.
İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince
katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır.

İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti
nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler.
Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek
bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama
ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır.
Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için
çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)
 

 

 

Tam adı Muaviye bin Ebi Süfyan'dır. 602 yılında
Mekke'de doğan Muaviye Hz. Muhammed'in
Mekke'yi fethinden sonra müslüman oldu.

 

İkinci Halife Ömer döneminde Şam'a Vali olarak tayin edildi.
Muaviye'nin gücü, akrabası olan Hz.Osman zamanında iyice arttı.
Üçüncü halife olmuştu. Hz.Osman'ın halifeliğiyle
Muaviye Şam'ın yanısıra Suriye'nin diğer
vilayetlerini de idaresi altına aldı. Böylece
Muaviye, bütün Suriye ve çevresinin valisi olup
servet ve iktidarını günden güne arttırmaktaydı.
 

 
Muaviye, Üçüncü halife Hz.Osman öldürüldüğünde hem siyasi
hem de ekonomik açıdan oldukça güçlü bir konuma gelmiş bulunuyordu.
Bu gücü nedeni iledir ki, müslümanların ittifak ile halifeliğe getirdiği
Hz. Ali'nin meşru halifeliğini tanımamış,
Hz.Osman'ın kanını talep iddiasını öne sürerek Hz. Ali ile savaşa girmiştir.

 

Yine Muaviye, Hz.Osman'ın intikamcısı rolüne sarılmakla kalmıyor
halife Hz.Osman'ın katillerini teslime rıza gösterdiği taktirde
Hz. Ali'ye biat etmeğe razı olduğunu ilan ediyordu ki
bu apaçık siyasi bir manevraydı. Muaviye bu manevradan
Sıffin Savaşı öncesindeki müzakerelerde oldukça yararlanmıştı.
 

Emevi sülalesi İslâm'ın doğuşu ile kaybettikleri nüfuz ve iktidarı
yeniden ele geçirebilmek için akıl almaz yollara başvurmuşlardır.
Özellikle Muaviye'nin ve Yezid'in
davranışlarının iyi niyetle izahı mümkün değildir.
 

Muaviye, servetini siyasal başarısı için seferber etmiş
durumdaydı. Karşıtlarından kiminin öldürülmesi yolu
benimsenirken, kiminin de para ile satın alınması yoluna
gidilebiliyordu. Tahsis ettiği maaşların ve cömertce
ihsanların altın zinciri ile en inatçı aleyhtarlarının
dizginlerini elinde tutmayı başarmış idi.
 

Muaviye'nin suçlanmasına yol açan davranışlarını
şu şekilde sıralamak mümkündür :

1. Muaviye, Şam dışındaki bütün İslâm eyaletlerinin meşru halifesi
olan Hz. Ali'ye savaş açmış ve esasta iktidarı elde etme amacını
Hz.Osman'ın kanını talep iddiasıyla hasıraltı etmeyi amaçlamış
dolayısıyla o zamana kadarki İslâmi teamüllere karşı çıkarak hilafeti gaspetmiştir.

2. Muaviye, siyasi amaçları uğruna, vali ve hakimlere
ferman göndermek suretiyle Hz. Ali'ye
Ebu Turap lakabıyla birlikte küfür ettirir, lanet okutturur, sövdürürdü.
Ebu Turap, toprağın babası anlamında olup, Hz. Muhammed tarafından
Hz. Ali'ye verilmiş bir ad idi ve Hz. Ali de bu lakabı çok severdi.
Muaviye ile başlayan bu adet diğer
Emevi hükümdarları zamanında da sürdü.
Mescidi Nebevi'de, Peygamberin manevi huzurunda
onun minberinde en çok sevdiği zata karşı yakışık
almayan küfürleri savurmak adet bile oldu.

3. Muaviye, diyet uygulamasında sünnete aykırı davrandığı gibi
ganimet mallarının dağıtılmasında da Allah'ın Kitabı
ve Resulü'nün sünnetinin açık hükümlerine aykırı
davranmıştır. Emevi soyunun idarecileri
Hz.Ömer b. Abdülaziz istisna edilecek olursa, Kur'an ve Sünnet'i dünyevi
hırs ve menfaatler uğruna feda edebilmiş ve tarihte ''İslâm'' değil ''Arap''
devleti 
adıyla şöhret kazanmışlardır.

4. Muaviye, valilerini o zamanki yasalardan üstün sayıyordu.
Valilerinden Ziyad b. Ebih ve Bişr İbni Ertat'ın yaptıkları
katliamlar ve zulümler tarihçilerce oldukça yer verilen konulardandır.
Muaviye ise bu zulümlere sessiz kalıyordu.
Muaviye'nin Basra valiliğine getirdiği Ziyad b. Ebih
Irak'ta haksız yere binlerce insanı öldürttü.
Muaviye'nin komutanlarından
Büsr İbni Ertat, Mekke
Medine ve Yemen'de zalimce icraatleriyle ortalığa dehşet saçtı.

5. Muaviye, amaçlarına engel olarak gördüğü kişilerden kurtulmak
için hiçbir hareketten çekinmezdi ve kanlı emelleri uğruna pek
çok değerli şahsın ölmesi onun idaresi dönemine rastlar.
Mesela Ammar b. Yasir, Eşter b. Malik, Muhammed İbn-i Ebu Bekir
ve Hucr b. Adî bunlardandır. Bu şahısların tümünün de ortak yanı
Hz. Ali'nin tarafında yer almış oluşlarıydı.

6. Muaviye, Hz. Hasan'la yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak, ölmeden
önce oğlu Yezid'e biat edilmesini istedi. Böyle bir durum
o zamana kadar Arapların ve Müslümanların anlayışına uymadığı gibi
Yezid de serbest hareketlerinden dolayı fasık sayılıyordu ve
böyle bir kimsenin halifeliğe adaylığını kabul etmek
mümkün değildi. Böylece, Muaviye, tarihe içki içen ilk halife olarak geçen
oğlu Yezid'i, kendisine halef tayin etmiş oluyorduki bu durum hilafetin
saltanata dönüştüğünün açık bir göstergesiydi.

Müsteşrik, G. Levi Della Vida'nın da dile getirdiği gibi
Muaviye'nin halifeliği, İslâm'ın devlet teşkilatı tarihinde yepyeni
bir dönem açıyordu. Artık halife, sünneti uygulayan veya
devam ettiren kimse olmaktan çıkıyor
Arap aleminin belli başlı siması, askeri kuvveti
aile ilişki ve etkileri, kendi şahsi itibarı sayesinde
kabile reisleri arasında en başta geleni oluyordu.
Artık halife, resmi ünvanı bakımından olmasa bile
fiilen bir ''melik'', daha doğrusu
Yunanlıların ''tiran'' dediği türden bir hükümdardı.
Muaviye'nin iktidarı ile birlikte; saray adabına ve 
merasimlere aşırı derecede önem verilmeye başlandı.

Muaviye'nin işlediği en önemli
dört kötülüğü şu şekilde sıralamak mümkündür :

-Muaviye her yönden dört halife
devrinin sadelik, dürüstlük, eşitlik, adalet, kanaat
kapılarını kapamış, Suriye'ye sinen
Bizans ve İran saray politikası ile ihtişamının esiri olmuştur.

-Serkeş birisini kendisine halef tayin etmiştir ve,

-Milleti, Yezid'e biat ettirmek suretiyle Halifeliği saltanata dönüştürmüştür.

-Cami minberlerinden Hz. Ali'ye lanet okutturmuştur.

-Yezid kimdir?

Esasen Halife, eşitler arasından istişare ile seçiliyordu.
Muaviye bu kuralı elinin tersiyle iterek, daha henüz sağken
çevresindekileri etki altına aldı ve kendisinden sonra
oğlu Yezid'e biat etmelerini sağladı.
Böylece o zamana kadar Araplara yabancı olan
altanat uygulaması fiilen başlamış oldu.
Bu şekilde, Halife'nin seçimi ve liyakati gibi unsurlar
geri plana itilerek halifelik makamı bir tür
saltanat kurumu haline dönüştürüldü.
 

Hz. Ali'nin vefatından sonra
( 24 Ocak 661)
Hz. Ali'nin halifeliğini tanımış
-Şam ve Mısır dışında- bütün eyaletler Hz. Hasan'a biat ettiler.

Muaviye bu durumu haber alınca 60 bin kişilik bir ordu ile Irak'a yürüdü.
Hz. Hasan da 40 bin kişilik bir ordu ile yola çıktı.
Ancak Hz. Hasan karşı tarafın askeri gücünden
ve yandaşları arasındaki ayrılıklardan çekinerek
savaşı göze alamadı ve yapılan bir anlaşma
sonucunda halifelikten çekildi. Anlaşmaya göre :
 

-Hz. Ali yandaşlarına eziyet edilmeyecek, 

-Hutbelerde Hz. Ali'ye lânet okunmayacak, 

-Halifelik Muaviye'den sonra Hz. Hasan'a devredilecek, 

-Hz. Ali soyundan gelenlere maddi katkıda bulunulacaktı.

Ancak zaman niçerisinde askeri ve
siyasi gücünü iyice sağlamlaştıran
Muaviye ''Hasan'la olan ahdim ayağımın altındadır.
'' demek suretiyle, anlaşma hükümlerini bir bir çiğnedi.
 

Ve Hz. Hasan'ın ortadan kaldırılmasi gerekiyordu ve
Muaviye'de öyle yaptı. Mervan b. Hakem'i Medine'ye bu iş için yolladı.
Mervan çeşitli hilelerle
Hz. Hasan'ın eşi Ca'de binti Eş'as'ın, Hz. Hasan'ı zehirlemesini sağladı v
e böylece Yezide Halifelik yolu açılmış oldu.
 

Yezid'in veliahtlığının bir hayli tepki görmesine karşın
Muaviye çeşitli girişimlerle Yezid'e biat sağlıyordu.
Hatta Muaviye'nin kendisi bu amaçla kalkıp Mekke'ye ve Medine'ye geldi
ve buraların halklarına, Yezid'in veliahtlığını öteki bütün eyalet v
e şehirlerin kabul ettiğini söyleyerek ve tehdit ederek onların da biatını aldı.
Sadece Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer biat etmediler.
 

Muaviye 18 Nisan 680'de Şam'da ölünce Yezid daha önce kendisine veliaht
olarak biat edildiğinden babasının yerine saltanat tahtına geçti.
Onun için önemli bir sorun olarak Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr
ve İbn-i Ömer'in biatleri meselesi vardı.Yezid, Medine Valisi olan amcası oğlu Velid'e
bu üç kişinin biatlerinin
bir an önce sağlanmasını isteyen bir mektup yazdı.
Mektubunda özellikle Hz. Hüseyin'in biatının sağlanmasını istiyor
''Biate yanaşmazsa başını al ve bana gönder'' diyordu.
 

Bütün Hicaz, zor karşısında sinmişti ama bu makamın (halifeliğin)
ilim, ahlak ve fazilet bakımından gerçek sahibinin
Hz. Hüseyin olduğunu çok iyi biliyordu.
Birçokları da Hz. Hüseyin'i, müslümanları bu
makamın layıkı olmayan bu adamdan kendilerini
kurtarmaya çağırıyordu. Hz. Hüseyin de İslâm aleminin
yaşadığı bu ızdıraplı dönemi yakından izlemekteydi.
Hz. Hüseyin kendinde, babası Hz. Ali, dedesi
Hz. Muhammed'in bütün vasıflarını toplamış gibiydi.
Fakat karşısında para, servet, şöhret ve hileye dayanmış E
meviler gibi bir düşman vardı.

-Hz. Hüseyin'in katili Yezid

Kendisine saltanatı devreden babası Muaviye ölürken bile
başucunda bulunma gereği duymayan, avlanmakla gönül eğleyen Yezid
gününü gecesini çalgı dinlemekle, köçek çengi oynatmakla
içip kendinden geçmekle sürdürmeyi adet etmiş bir kişiydi.
Özellikle maymunlara ve köpeklere çok düşkündü.
Ebu Kubays adını verdiği bir maymunu vardı ki
ona alaca bulaca renkli ipek elbise giydirir
başına ipekten örülmüş bir külah koyar
dişi bir merkebe bindirir ve atlarla yarışa sokardı.''

Sıbt İbn'il-Cevzi'ye göre Yezid üç şeyi çok severdi : Kadın
şiir ve müzik.
İşte böyle bir kişi, müslümanların başına geçmiş
İslâm'ın temsilcisi sözde halifesi olmuş ve Müminlerin Emiri diye anılmaya başlanmıştı.
Bu duruma oldukça üzülen Hz. Hüseyin
Medine'de kendisine Yezid'e biat etmesini öğütleyen Mervan'a
şu yanıtı veriyordu: ''Başımız sağolsun; çünkü ümmet
Yezid gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belaya uğradı.''

-Hz. Hüseyin ve Kerbela olayı

Hz. Hüseyin Peygamberin torunu ve Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın ikinci çocuğu idi.
O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu adı
ona Hz. Muhammed vermiş idi. Peygamber Hz. Hasan ile
Hz. Hüseyin'i çok severdi. ''Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır
Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev
.'' derdi.
 

İmam Hüseyin'in çocukluğu Peygamberin derin sevgi ve şefkati içinde geçti.
Ancak bu durum kısa sürdü. Daha 5 yaşındayken dedesini
yani Hz. Muhammed'i ve kısa bir süre sonra da
annesi Hz. Fatıma'yı kaybetti.
Bu durumun onu oldukça etkilediği muhakkaktır.

Üçüncü halife Hz.Osman'a karşı gerçekleşen isyanda
Hz. Ali onu ve abisi Hz. Hasan'ı halifenin evine göndererek eve kimseyi
sokmamalarını emretti (656). İsyancılar buradan içeri giremediler
ancak başka bir evden geçerek Hz.Osman'ı öldürmeyi başardılar. 
Bunun üzerine Hz. Ali oğullarını sert bir şekilde azarladı.
Hz. Hüseyin babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe'ye gitti
ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Ali'nin şehadeti
sonrasında abisi Hz. Hasan'a itaat etmeyi yeğledi.
Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti.
Ancak abisinin Muaviye'nin hileleriyle zehirletilerek şehid
edilmesinden sonra yaşanan gelişmeler onun o zaman
kadarki durumunu değiştirdi. Yezid'e biat etmemekteki
kararlılığı onun bu yolda sonuna kadar gideceğini gösteriyordu.

Daha önce de söz ettiğimiz gibi, Muaviye ölmeden önce çeşitli hile
ve tehditlerle halkı oğlu Yezid'e biat ettirmiş; Hz. Hüseyin ve
bazı ileri gelenler biat etmemişlerdi. Yezid ilk iş olarak
babasının yarım bıraktığı bu işi tamamlamak üzere
Velid'e yolladığı mektupta ''her ne suretle olursa olsun
Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer'in biatlerinin
sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup
başlarının kendisine gönderilmesini'' istiyordu.
İktidar hırsının iştahlarını kabarttığı Emeviler'in
yapamayacakları iş yoktu. Babası Muaviye'nin izinden giden Yezid
gerekirse Peygamberin sevgili torununun dahi başını kesmeye
Ehli Beyt'e zulüm etmeye kararlıydı.

Doğal olarak Hz. Hüseyin, Yezid'e biat etmedi ve
Velid'in çabaları sonuç vermedi. 4 Mayıs 680 gecesi kardeşi
Muhammed Hanefi'nin de tavsiyesiyle bütün aile fertleriyle birlikte
Mekke'ye gitti. Ayrıca bu sırada Hz. Hüseyin'in Mekke'ye
gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hz. Hüseyin'e elçiler göndererek
Kûfe'ye davet ederek kendisini halife olarak tanımaya hazır
olduklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin de
amca oğlu Müslim b. Akıyl'i oradaki durumu yerinde görmek
ve uygun bir zemin sağlamak üzere Kûfe'ye gönderdi.
Önceleri Müslim Kûfe'deki çalışmalarında başarılı oldu ve
Hz. Hüseyin de bunun üzerine Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktı..
Hz. Hüseyin kendisini Kûfe'ye gitmekten alıkoymaya
yönelik girişimlere ''Rüyasında dedesi Hz. Muhammed'i
gördüğünü ve başladığı iş ister lehine ister
aleyhine olsun, dönmeyeceğini'' söylüyordu.

Bu arada Müslim'in faaliyetleri Yezid tarafından haber alınınca
Kûfe Valiliğine zalim Ubeydullah getirildi ve Müslim yakalanarak idam edildi.
Ubeydullah'ın Kûfe valiliğine atanması şüphesiz anlamlıydı.
Çünkü o Muaviye'nin Irak Valisi Ziyad b. Ebih'in oğluydu.
Zalimlikte babasından aşağı değildi. Ubeydullah'ın
Kûfe Valiliğine atanmasıyla Hz. Hüseyin'i
davet eden onbinler korku ve tehditle sindirildi.

Hz. Hüseyin, Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktığında amca
oğlu Müslim Yezid'in adamlarınca öldürülmüştü.
Hz. Hüseyin kafilesiyle ilerlerken yolda
ünlü Arap Şair Ferezdak ile karşılaşıldı.
Hz. Hüseyin ondan Kûfe'deki durumu sorunca
Ferezdak, ''Halkın kalbi seninle, kılıçları ise Beni Ümeyye(Emeviler) iledir
kaza ise gökten iner ve Allah dilediğini işler.'' dedi.
Hz. Hüseyin de ''Doğru söyledin , Allahın dediği olur.'' dedi ve
 yola devam edildi.
Hz. Hüseyin Müslim'in Yezid'in adamlarınca acımasızca
öldürüldüğünü yolda öğrendiğinde oldukça üzüldü.

Kûfelilerin kalleşliği ve dönekliği ortada olduğu
Müslim'e oynanan oyun herşeyi gösterdiği halde
hatta kendisi için başkoyduklarını söyleyenler dağılıp kaçtığı halde o
Mekke'den yola çıkan ailesi ve fedakar dostlarıyla
 yola devam etmekten çekinmedi.
Hatta ordunun geldiğini haber alınca yanındakilere
zaman varken kendisinden gece ayrılabileceklerini ifade
ettiyse de, yanında bulunanlar ''hayatlarını kurtarmak için
onu terketmek alçaklığını yapmayacaklarını ifade ettiler.
Hz. Hüseyin ya başarıya ulaşacak, müslümanları eşitlik
kardeşlik ve adalet ülküleri içinde yaşatacak
Yezid'in saltanatına son verecek yada bu yolda boyun eğmeden
şehid olacaktı. İşte Hz. Hüseyin, bu asil duyguların esiri olarak
adım adım Kerbela'ya, her neye malolursa olsun gidecekti.

Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela'ya geldiklerinde
hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından
sarılmış durumdaydılar. İnsanlık değerlerinden yoksun
Kûfe Valisi zalim Ubeydullah, Hz. Hüseyin'in geri dönmek
Yezid'le görüşmek veya İslâm sınırlarından herhangi birine
gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun
görevi Yezid'in emrini yerine getirmek yani Hz. Hüseyin'i şehid etmekti.
Çünkü biliyordu ki, Hz. Hüseyin yaşadığı sürece
efendisi Yezid'e rahat yoktu.

Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü
Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid'in ordusuna
yaklaşarak onlara hitab etmek istedi.
Ancak bu çok veciz konuşma gözleri dönmüş
azgınlardan oluşan bu orduyu pek etkilemedi. 
Hz. Hüseyin atını sürerek iki ordu arasında
bir yerde durdu ve Yezid'in ordusuna hitaben :

''Ey Kûfe halkı benim kim olduğumu ve sonra da vicdanınızın sesini dinleyiniz.
Ben Peygamberin torunu değil miyim
Benim katlim size helal olur mu
Peygamberin hadisini ne çabuk unuttunuz.
O, bizler için -Siz Ehlibeyt'in seyyitlerisiniz- diye buyurmuştu. 
Bunu bilmiyor musunuz
Ben o büyük Peygamberin kızının oğlu
vasisi ve amcazadesi olan zatın oğlu değil miyim
Şayet bu hadisi unuttu iseniz, içinizde bunu size hatırlatacak kimseler vardır.
Benden ne istiyorsunuz
Medine'de Resulullahın ravzai mübarekesinin yanında
kendi halimde yaşarken beni orada bırakmadınız.
Mekke'de itikafa çekilmeme müsade etmediniz.
Davetnameler göndererek, ricalar ederek, yalvararak 
eni buraya kadar çağırdınız. Ben sizin bu davetiniz üzerine
buralara kadar geldim. Şimdi beni öldürmek istiyorsunuz.
Bu akıbete müstehak olabilmek için ben sizlere ne yaptım
İçinizden birisini mi öldürdüm
Yoksa birinizin malını mı gasbettim
Eğer beni istemiyorsanız bırakınız gideyim
Bu ne gaddarlık ve bu ne hilekarlıktır....''

Konuşmadan sonra
Ömer b. Sa'd gelip: Ey Hüseyin! Dedi, bu hikayelerden bir sonuç çıkmaz.
Ya Yezid'e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın.
 

Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta
Hz. Hüseyin'in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri
olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz
ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr'in emriyle
her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi.
Peygamberin torunu Hz. Hüseyin'in vücudunda otuzüç ok
otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680
 

Sonra çadırlar ve kadınlar yağma edildi, hasta ve
yatakta olan İmam Zeynel Abidin Ali de öldürülmek istendi.
Bu kanlı savaşın bitiminde
İmam Zeynel Abidin yatak ve yorganlara sarılarak saklanmıştı.
Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi sonrasında çadıra koşan
Şimr ''Hüseyin'in bir oğlu daha olacak o nerede?'' diye aramaya başladı.
Çadırın her tarafını arayıp çocuğu buldu.
Fakat bu esnada çadırda bulunan kadınlar Şimr'e hücum ederek
Zeynel Abidin'i bu caninin elinden kurtardılar.
 

Bu çirkin şavaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Asgar'dı. Hz. Hüseyin'in yanındakilerden
şehid olanlar yetmiş iki kişi idi. Yezid ordusunun komutanı
bu şehitlerin başlarını Vali Ubeydullah'a gönderdi.
Hz. Hüseyin'in kızları, kızkardeşleri ve
çocuklar da Kûfe'ye Ubeydullah'ın huzuruna getirildiler.
Ubeydullah'ın Peygamberin soyuna karşı
davranışı çok çirkin ve kaba idi; kendilerine hakaretler
ve tehditler savurdu, hatta İmam Zeynel Abidin'i
öldürmek dahi istedi. Ubeydullah bundan sonra
İmam Zeynel Abidin'in ellerini bağlatıp
Kerbela'da öldürülenlerin kesilmiş başlarını
çoluk çocuğu Şam'a Halife Yezid'in yanına yolladı.
Şam'a vardıklarında onları götüren Züheyr
Halife Yezid'in yanına girip başarıyı(!) müjdelemiş
ve Kerbela savaşının ayrıntılarını anlatmıştı.
 

Hz. Hüseyin'in ailesini getiren kafile Yezid'in sarayına getirilmişti.
Kısa süre sonra Ehlibeyt kadınlarını Yezid'in huzuruna çıkardılar.
Kadınlar İmam Hüseyin'in kesik başını Yezid'in önünde görünce
feryad ve figan etmeye başladılar. Kadınlarla birlikte zincirli bir şekilde
İmam Zeynel Abidin de Yezid'in huzuruna getirilmişti.
Manzaranın dehşetinden Yezid'in yanında bulunanlar bile dehşete
kapılmışlar ve bunu açıkça belirtmişlerdi.

Yezid Hz. Hüseyin'i ortadan kaldırdıktan sonra artık rahatlamış sayılırdı.
Şimdi Ehli Beyt'e yalandan da olsa saygılı davranabilirdi.
Derhal Zeynel Abidin'in zincirlerini çözdürdü. Yezid'in kadınları da E
hli Beyt kadınlarını teselli etmeye çalışıyorlardı.
Artık Yezid yaptığı kötülükleri ve cinayetleri unutturabilmek için
Ehli Beyt'e iyi davranıyor, sarayda onlarla konuşuyor
her isteklerinin yerine getirileceğini belirtiyordu.
Daha sonra Numan bin Beşir komutasındaki
bir muhafız kıtası eşliğinde onları Medine'ye kadar götürdü.

-Kutsal şehirleri yıkan Yezid

Medine halkı fasık ve günahkar olarak gördüğü
Yezid ve iktidarına karşı ayaklanarak, valiyi şehir dışına atmış
yerine Abdullah'ı valiliğe getirmişlerdi. Yezid bu durumu haber alınca
Akabe oğlu Müslim adlı zalimi onikibin askerle hemen
Medine'ye gönderdi ve şu talimatı verdi: ''Şehir halkına
üç gün süre ver. İsyandan vazgeçmezlerse, onlarla savaş.
Zafer kazanıldıktan sonra da bütün şehri yağma et.
'' İslâm'ın bu kutsal şehrinde sözde halife Yezid'in arzuları
doğrultusunda İmam Zuhri'nin bildirdiğine göre on binden fazla insan öldürüldü.

Evlere saldıran askerler, ellerine geçirdikleri malları almakla yetinmediler
masum bini aşkın kadına da tecavüz etmekten de kaçınmadılar.
Tarihçi H. M. Balyuzi bunu şu şekilde anlatıyor:
''...Medine düştüğü zaman Hz. Muhammed'in geride kalan
dostlarından seksen kişi ve yediyüz hafız öldü.
Peygamberin şehri yağmacılara teslim edildi; yapılan barbarlık
ve tecavüz inanılır gibi değildi. Peygamberin mescidi dahi kurtarılamadı.
Etrafı ahır alanı oldu. Medine sınırları içinde daha pek çok insan
kılıçtan geçirildi, kalanı da şehri terketti. Ölümden yakasını kurtaranlar
Yezide yalnız halife olduğu için değil aynı zamanda
onların efendisi ve amiri olarak itaat etmek zorunda bırakıldılar.
Karşı çıkanlar ise kızgın demirle dağlanırlardı. 26 Ağustos 683'te gerçekleşen
bu Medine'ye Yezid'in saldırması olayı, Harre Savaşı(vak'atül Harra) olarak bilinir.

Medine'yi kanlı bir şekilde susturan
Yezid Ordusu daha sonra Mekke'ye yöneldi. Tepeler üzerine
yerleştirilen mancınıklarla şehir taş yağmuruna tutuldu.
Kuşatma iki ay kadar sürdü ve Kâbe'ye de mancınıkla
taş atıldığı gibi, şehirde yer yer yangınlar çıktı.
Bu kuşatma Yezid''n öldüğü haberinin Mekke'ye ulaşmasına kadar sürdü.
Böylece Yezid, Kâbe'ye saldırma şerefini (!) de elde etmiş oldu.
Yezid 11 Kasım 683'te kötü bir nam bırakarak öldü.

-Sonuç

Yezid'in, Hz. Hüseyin'e, Hz. Ali soyuna ve yandaşlarına yaptıkları
Mekke ve Medine'ye saldırması İslâm tarihinin en kara sayfalarını oluşturur.
Yezid, hilafetin haksız varisi, Hz. Hüseyin'in katledilmesinin
ve mukaddes şehirlerin kirletilmesinin baş sorumlusu olarak
müslümanların hafızasında kötü bir isim bırakmıştır.
Emevi zalimleri Hakkı tanımamışlar, azgınlaşmışlar ve Peygamber'in
Ehli Beytine olmadık şeyler yapmışlardır. Bütün bunlar sonrasında
Emevi saltanatı kökünden sarsıldı ve yıkıldı. İslâm alemi yüzyıllardır
Peygamber torunlarına yapılan bu zulmü unutmadı. 
Nihayet bir gün Muhtar isimli bir kahraman arkadaşları ile
birlikte ayaklandı. Kûfe şehrindeki Ömer bin Sa'd ile
Kerbela Olayı'na katılanlardan 210 kişi kılıçtan geçirildi
.
Bu karışıklıklar sırasında kaçmaya çalışan
Hz. Hüseyin'in katili Şimr de yakalandı ve katledildi.

750 yılında Emevi Hanedanı'nı deviren Abbasiler
onlardan öyle bir öç aldılar ki, ölülerinin
kemiklerini bile mezarlarından çıkarıp yaktılar.

İslâm tarihinde Muharrem ayı içerisinde gerçekleşen
bu facia her yıl canlandırılır. Ehli Beyt için ağıtlar
mersiyeler söylenir, matem tutulur. Kerbela'da
Hz. Hüseyin ve Abbas adına birer cami yapılmıştır.
Hz. Ali'nin türbesi ise Necef'tedir.
İmam Hüseyin Camisinde, Ali Ekber, Ali Asgar ile
birlikte Kerbela'da şehid düşen 72 kişinin mezarı vardır.
Hz. Ali'nin türbesinin bulunduğu yere Meşhed-i Ali denir.
Meşhed bir şehidin şehid olduğu yer demektir.
Minareleri ve kubbe şeklindeki tavanları
altın yaldızlı bakırla kaplıdır. Meşhed-i Ali'nin çok görkemli
ve göz kamaştırıcı bir görünümü vardır. Meşhed-i Hüseyin ise
ormanlarla çevrilmiş, minareler ve kubbe altın yaldızlı
bakırla kaplı büyük ve güzel bir abidedir.

-Kerbela 

Kerbela Şehri, Bağdat'tan 80 km. Ve Fırat'ın 25 km. Batısında bulunmaktadır.
Hem Şah İsmail hem Kanuni, Necef'le birlikte Kerbela'yı ziyaret etmişler
ve İmam Hüseyin'in türbesine karşı saygı ve bağlılık göstermişlerdi.
 

-Matem ve muharrem orucu 

Aleviler yüzyıllardır, Hz. İmam Hüseyin'in Kerbela'da şehid edilmesinin
anısına, Muharrem ayının 1-12 günleri arasında matem orucu tutarlar.
Matem (yas) orucuna Kurban Bayramı'ndan 20 gün sonra niyet edilir.

 

1-Aczi, Remzi : Yeni Gülzar-ı Haseneyn Vaka-i Kerbela, İstanbul, 1955.

 

2-Ahmet Cevdet Paşa : Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefa, c. 1.

 

3-Arnold, T. W. : ''Halife'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. V/I, s.150.

 

4-Ateş, Ahmed : ''Hüseyin'' md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. V/I, s. 636.

 

5-Balyuzi, H. M. : Hz. Muhammed ve İslam Devri, İstanbul, 1996.

 

6-Brockelmann, Carl : İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, Ankara, 1992.

 

7-Buhl, Fr. : ''Sıffin'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. X, s. 553.

 

8-Çağatay, Neşet : ''Ziyad b. Ebih'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ c. XIII, s. 617.

 

9-Fığlalı, Ethem Ruhi : Türkiyede Alevilik Bektaşilik, İstanbul, 1990.

 

10-Fuzuli : Saadete Ermişlerin Bahçesi, İstanbul Maarif Kitaphanesi.

 

11-Gölpınarlı, Abdülbaki : İslam Tarihi, İstanbul, 1975.

 

12-Gölpınarlı, Abdülbaki: Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, İstanbul, 1979.

 

13-Gölpınarlı, Abdülbaki: Oniki İmam, İstanbul, 1979.

 

14-Huart, Cl. : ''Ali'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. I, s. 307.

 

15-Huart, Cl. : ''Eşter'' md., İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

 

16-Karahan, Abdülkadir : Fuzuli (Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti), İstanbul, 1996.

 

17-Karahan, Abdülkadir : 
Anadolu Türk Edebiyatında Maktel-i Hüseyinler
 İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi mezuniyet Travayı, 1939.

 

18-Katip Çelebi : Mizanü'l-Hak Fi İhtiyari'l-Ahak, Ankara, MEB Yayınları,

 

19-Kennedy, H. : The Prophet and the Age of Caliphates, London, 1986.

 

20-Lammens, H. : ''Muaviye'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ c. VIII, s. 438.

 

21-Lammens, H. : ''Büsr'', İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, c. II, s. 841.

 

22-Mevdudi : Hilafet ve Saltanat, İstanbul, 1972.
23- Noyan,Bedri : Bektaşilik-Alevilik Nedir,Ankara 1985 

 

24-Özgürel, Nihad : İslamın Belası Yezid, İzmir, Moripek matbaası, 1958.

 

 

RÜŞTÜ  KAM 

 

Rüştü Kam'in ha-ber.com'da yayınlanan tüm yazıları



İSLAMİYET

İslamiyet 7. yüzyılda peygamberi Muhammed aracılığıyla
Arap Yarımadası'nda yayılmaya başlanmıştır
Muhammed'in ölümünden sonra
İslam Devleti'nin başına Dört Halife geçmiştir
bunlar sırasıyla:
Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'dir.
Ali'nin ölümünden sonra kısa süreliğine
Müslümanların biatıyla
Hasan halife olmuş
fakat daha sonra elindeki gücü kullanarak
Muaviye hilafeti almış
iktidara gelmiştir
[40]. Peygamberin ölümünden sonra iktidara gelen
ilk dört halifeye Sünnî yazında sıklıkla
Hülefa-i Raşidin yani Doğruluk üzere
bulunan Halifeler
denmiş ve bazen bunlara
Hasan da eklenmiştir. Bununla birlikte
Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın halifelikleri genel olarak Şii ve
Aleviler

tarafından tanınmaz. Haricîlerin bugün hâlâ devam eden
bir kolu olan İbadiyye ise sadece ilk iki halifeyi, yani Ebu Bekir
ve Ömer'i, kabul eder ve Doğruluk üzere halife olarak görür.

 
 
622-750 yılları arasında İslam Devleti██ Muhammed döneminde ele geçirilen topraklar (622-632)██ Dört Halife döneminde ilave edilenler (632-661)██ Emeviler
döneminde ilave edilenler (661-750)

Ebu Bekir döneminde öncelikle peygamberin ölümü sonrası
Arap yarımadasında başlayan kargaşalar giderilmiş
zaman içinde
Sasani İmparatorluğu
ve
Doğu Roma İmparatorluğu'na doğru ilerlenmiştir.
Ömer'in hilafeti sırasında
İslam devleti sınırları büyük ölçüde genişlemiş
[41]
 Mezopotamya fethedilip ele geçirilmiş
 
Mısır, İran, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika ve Ermenistan'ın çeşitli b
ölümleri ele geçirilmiştir
[11]. Daha sonra üçüncü halife olarak s
eçilen Osman'ın
[42] hilafeti sırasında İran'ın tamamı
Kuzey Afrika'nın tamamına yakını,
Kafkaslar ve Kıbrıs ele geçirilmiş
İslam Devleti topraklarına katılmıştır.
Bununla birlikte kendi zamanında bazı
yakınlarının önemli görevlere atanması
ve diğer bazı iç sorunlar
ebebiyle Osman öldürülmüştür
[42]. Osman'ın öldürülüşü
ve ortaya çıkan iç savaş ortamı sebebiyle
Ali'nin döneminde hilafet iç meselelere yönelmiş
çıkan iç savaşla uğraşmıştır
[42][43]
 İç savaş ve iç gerilimler sonucunda Ali de öldürülmüş[43]
 kendisinden sonra halife olan oğlu Hasan ise
hilafeti Muaviye'ye teslim etmek zorunda kalmıştır
[40].
Muaviye İslam Devletinin başkentini Şam'a taşımış
imparatorluk benzeri bir yapının temellerini atmış
kendisinden sonra oğlu
Yezid'i bu makama atayarak
İslam siyasî tarihinde saltanatı başlatmıştır
[40].
Bu harekâta karşı ayaklanan Muhammed peygamberin torunu
dördüncü halife Ali bin Ebu Talib'in oğlu
Hüseyin ise,
Yezid tarafından gönderilen askerlerce,
Kerbela'da
taraftarlarıyla birlikte öldürülmüştür
[44][45].
Nitekim bu noktadan sonra daha katı
bir Şiî ayrılması söz konusu olmuştur.
Muaviye ile birlikte başlayan yeni döneme
Emeviler Dönemi denmiştir. Emeviler Dönemi'nde
büyük bölgeler zaptedilmiş
İslam Devleti
İber yarımadasına kadar ilerlemiştir[46].
Her ne kadar siyasî yayılma yükselişe geçmiş olsa da
aynı şey dinî yayılma için söylenemez; nitekim
bu dönemde dinî yayılmanın devletin gayrimüslimlerden
aldığı vergi göz önünde bulundurularak pek teşvik
edilmediği de öne sürülmüştür
[46]. Emeviler'den sonra
miladî 750 yılı civarı kurulan
Abbasi hükümdarlığı
Emevi hanedanlığının kontrolünü
 
Endülüs (İber yarımadasındaki kısım)
haricindeki tüm topraklarda ele geçirmiştir
[46][47]
 Abbasilerin iktidara gelişiyle Abbasiler Dönemi başlamış
ve Abbasilerin
hilafeti 750 yılından 1258 yılına kadar
sürmüştür
[48]. Abbasiler zamanında hilafet başkenti tekrar
değişmiş, Şam'dan Bağdat'a alınmıştır
[48]

.

Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan fetihler sonucu
ele geçirilen yeni topraklardaki halklar aynı zamanda
İslam'la da tanışmış oluyorlardı. Bunun sonucu olarak
zaman içinde birçok bölgeye İslam dini yayıldı. Önce yakın
bölgelerde yaşayan İranlılarda, 10. yüzyılda ise kitleler
halinde Türkler arasında İslam yayılmaya başladı
Tüccarlar aracılığıyla Müslümanlıkla tanışan ve
Müslümanlığı benimseyen
İdil Bulgarları
ilk Müslüman Türk devleti oldu.
Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri ise
Orta Asya'daki ilk Müslüman Türk devleti olan
Karahanlı Devleti'ni (840)
 
Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti'ni (1038) kurdular.
Abbasiler yönetiminde askeriyede büyük rol verilen
Türklerin oluşturduğu
Memlükler güçlenirken Abbasiler
iki yüzyıllık hâkimiyetlerinin son dönemlerinde
çöküşe geçmiştir
[48]. Nitekim 1250'de Mısır'da
Memlük Sultanlığı başlamış, Memlüklerin buradaki
hâkimiyeti
1517 yılına kadar devam etmiş, 1517 yılında
Mısır'ı
Osmanlılar ele geçirmiştir ki bu fetihten sonra
Osmanlılar hilafeti kendi iktidarları olarak benimsemiş
ilan etmiş, Osmanlı padişahları aynı zamanda
halife unvanını taşımıştırlar
[48][49]
 Abbasi hanedanlığının sonu ise 1258 Bağdat'ın
Moğol istilacıları tarafından
yağmalanmasıyla son bulmuştur
[50][48]. Endülüs'teki Emevi kontrolü
ise 13. yüzyılda düşüşe geçmiş, bölgedeki en son
İslam hükümdarlığı olan
Gırnata Emirliği1492'de düşmüştür[11][51]
 Bunların dışında 909 yılından 1171 yılına kadar Mağrib
ve Mısır'daki çeşitli bölgelere
Fatimîler isimli Arap Şii
(İsmailî) hanedanlığı hükmetmiştir
[9][48][52]. Hanedanlığın
başındaki halife Şii İsmaili imamıydı ve bu sebeple seküler
gücünün yanı sıra İsmaili İmamet anlayışında da
önemli bir yere ve tarihsel öneme sahip olmuşlardır.
Fatimîlerin 12. yüzyıldaki çöküşleriyle birlikte
Doğu'da hükmetmiş oldukları Mısır,
Suriye, Yemen ve
Hicaz gibi bölgelerde Eyyûbî hanedanlığı başa geçmiştir[52]
 1517 yılında Osmanlıların ilan ettikleri halifelik
1924 yılına kadar devam etmiş, 1924 yılında
Osmanlı'nın mirasçısı konumundaki
Türkiye Cumhuriyeti devletinin meclisinin
(
TBMM) aldığı bir karar feshedilmiş, yönetim sistemi değişmiştir[49]
 Osmanlı Devleti tarafından yapılan fetihlerle
Anadolu'nun tamamı ve Balkanlarda Müslüman nüfus artmış
İslam yayılmıştır.



İSLAM VE ANTİ FANATİZM

FORUM  İSLAMİDÜNYA34  İSTANBUL 2013

AHMET METİN ZİYAOĞLU  






 
 
 
 
 
 


Bugün 9 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı!




Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol