AMIN MAALOUF
1949 yılında Lübnan’da doğdu. Hıristiyan bir ailenin çocuğu.
Ekonomi ve toplumbil im eğitimi gördü. Ardından gazetecil iğe başladı.
1976 yılından beri Paris’te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında köşe yazarlığı
ve yöneticilik yaptı. Bugün sadece kitaplarını yazıyor. Yapıtlarında çok iyi tanıdığı
Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini başarıyla işliyor.
1983'te yayınlanan "Arapların Gözüyle Haçlılar" kitabıyla adını duyurdu.1
1986'da yayınlanan "Afrikalı Leo" ile Fransız-Arap Dostluk Ödülü'nü kazandı.
1993'te basılan "Tanios Kayası" ise ona Goncourt Ödülü'nü kazandırdı.
Kitapları hemen tüm dünyada birçok dile çevrildi milyonlar ca sattı.
AMİN MAALOUF SÖZLERİ
LÜTFEN ALTTAKİ LİNKİ TIKLAYINI Z
http://www.meshursozler.com/meshur-sozleri/48-amin-maalouf-sozleri.html
ESERLERİ
SEMERKANT ROMANI İLE İLGİLİ DÖKÜMAN
http://karnaval.blogcu.com/semerkant-amin-maalouf/147787
Alpaslan 1071 yılında Malazgirt savaşıyla Bizanslıları bozguna uğrattığı
zamanlard a İran Sultan’ı Nasır Han’ın kızından dokuz çocuğu vardı.
Fakat bu akrabalık ilişkileri kimseyi aldatmaz; Alpaslan’ın bir gözü,
Acem krallığının en önemli kentlerin den biri olan Semerkant’taydı.
Bizanslılar karşısındaki zaferinde n sonra Semerkant’a bir korku düşmüştü
çünkü sıranın kendileri ne geldiğini biliyorla rdı. Aslında ilk sıra hep bu kentteydi
Semerkant, Buhara ve İsfahan kentleri o dönemde tüm dünyanın hem kültür
hem bilim, hem ticaret merkezler iydi. Alpaslan sadece
Bizanslılarla takıştığı için rotasını değiştirip Anadolu’ya gitmişti.
Şimdi asıl önemli olan kente doğru sefer başlamıştı.
Ancak Semerkant seferi Alpaslan’ın ölümüne neden olacaktı
çünkü yol üzerindeki bir kale kuşatmasında direniş gösteren Harzemli Yusuf
kıyafeti içine sakladığı bir hançerle onu öldürdü.
Alpaslan bu direnişçinin kim olduğunu merak edip onu huzuruna
çıkarmasaydı durum farklı olurdu kuşkusuz.
Yusuf, Alpaslan’ın huzuruna iki büklüm çıkartılmış ama gururlu Yusuf
kendisine efemine deyince Alpaslan sinirleni p okuna davranmış
fakat sinirinde n eli titrediği için olsa gerek hedefi tutturama yınca
Yusuf hızlı davranıp Alpaslan’ı hançerlemeyi başarmıştı.
Semerkant, 1993 yılında ilk baskısını yaptı.
Alpaslan dünyanın en büyük devlet adamlarından biri olarak adını tarihe
yazdırabilecekken onun bu özelliği hem ününe hem hayatına mal oldu.
Dokuz çocuğuna rağmen, kadınlara az ilgi gösterir diye
düşmanları tarafından isim takılmıştı ve efemine tavırları yüzünden, haklı ya da haksız, bu ünü, henüz başlayan parlak saltanatına bir anda son verecekti .
Alpaslan’ın beklenmed ik ölümü Semerkant’ta bayram havası yarattı.
Acemlerin Sultan’ı Nasır Han, çok sevinmekl e beraber sevindiğini
gösteremiyordu çünkü karısı, Alpaslan’ın kızıydı.
Selçuklu krallığına bir taziye heyeti hazırladı.
Bu taziye heyetinde Ömer Hayyam’da bulunuyor du.
Taziyeler i kabul eden Alpaslan’ın büyük oğlu Melikşah
onyedi yaşındaydı ve ziyaretçilere nasıl davranması gerektiğini, “ata” diye hitap ettiği Nizamülmülk ona söylüyordu.
Nizamülmülk’ün bir düşü vardı: En güzel, en zengin, en istikrarlı
en iyi korunan devleti kurmak istiyordu . Her eyaletin, her kentin,
içinde Allah korkusu olan, adil, vatandaşlarının şikayetlerine
kulak veren yöneticilerce yönetilmesini istiyor, kurt ile kuzunun
yanyana su içebileceği bir devlet düşlüyordu.
Taziye kabulunda Ömer Hayyam’ın kulağına onu yanına beklediğini söylemişti çünkü
Nişapurlu Ömer’in gökbilimci, matematikçi
tıp bilimcisi olarak sınırları aşmış bir ünü vardı ve Nizamülmülk’ün düşlediği devlette ona ihtiyaç vardı. Nizamülmülk, ondan, günümüzde istihbara t teşkilatı olarak adlandırabileceğimiz bir sistemi kurmasını istemişti.
Fakat Ömer Hayyam kendisine verilen teklifin kendisine uygun olmadığını
yolda tanıştığı genç arkadaşının bu vasıflara daha çok uygun düştüğünü söyleyerek Rey’li genç arkadaşı Hasan’ı Nizamülmülk’e önerdi.
Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ten iş istemek için yola koyulduğunda
böyle bir mevki aklında yoktu kuşkusuz.
Ancak yolda bilgeleri n bilgesi Ömer Hayyam’la karşılaştığında
Tanrı’nın kendi yanında olduğunu anlamış olmalı
hele ki Nizamülmülk’ten istihbara t teşkilatı kurması için görev verildiğinde kendisini n seçilmiş biri olduğuna inancı tamdı.
Hasan Sabbah büyük Acem krallığının düşünü kuruyordu ve krallıkta
Nizamülmülk gibi Türklere uşaklık yapan
Acem döneklerin hiç yeri yoktu.
Yıllar sonra, kendiside Melikşah’ın
Selçuklu Devletind e hizmet alan bir Acem döneği olmakla kendini suçlayacaktı.
Ama o sırada düşündüğü bu değildi. Melikşah’la yaşıttılar
on sekiz yaşında iki iyi arkadaş oldular. Hükümdarı kazanmak önemliydi.
İlk iş olarak Nizamülmülk’ü devre dışı bırakmaya çalışması
kendi sonunu hazırladı. Nizamülmülk ondan daha tecrübeli biriydi kuşkusuz
Hasan hazine konusunda üzerine aldığı bir işi “raporumu tamamladım”
diyerek Melikşah’ın karşısına çıktığı vakit elinde tuttuğu sayfalard a
tam bir tutarsızlık ve karmaşa gördü çünkü birlikte çalıştığı adamların
Nizamülmülk tarafından aleyhte kullanılması çok kolaydı.
Melikşah Nizamülmülk’ten kuşkulanamazdı
Hasan Sabbah’ı ölümle cezalandırdı ancak o dakikada hükümdarı sürgün cezasının
yeterli olacağına ikna ederek Hasan Sabbah’ı ölümden kurtaran yine
Ömer Hayyam oldu. Kaşan kentindek i konakta ilk tanışmalarında
Hasan mevcut tüm kitapları ezberden okuyan
ve kendisini etkilemiş bir bilgindi; kendi eliyle Selçuklulara getirdiği, arkadaşlık ettiği birinin ölümüne razı olmazdı.
Hasan sürgünden yedi yıl sonra kendine essasin ( aslolan, gerçekçi ) diyerek
Acem krallığında bir derviş olarak ortaya çıktı.
Nasır Han ölmüş yerine oğlu Ahmet geçmiş ve Hasan’ın bilgeliğinden etkilenmişti.
Selçuklulara ise Melikşah ile veziri Nizamülmülk hükmetmeye devam ediyordu.
Nizamülmülk için Hasan’ın ortaya çıkışı açık bir tehditti.
Kendi istihbara tı ona Hasan’ın yakalanma sının an meselesi olduğunu söylüyordu
ama Hasan hiçbir zaman ele geçirilemiyordu.
Bu sayede hem Hasan’la karşı karşıya gelme fırsatını yakalamış olacak
hem de Semerkant’ı Hasan’ın sapkın düşüncelerinden kurtaraca ktı.
Ancak Melikşah’ın karısı Terken Hatun, önünde bir engeldi.
Terken Hatun, Semerkant’ı yöneten Nasır Han kardeşiydi ve şimdi başta olan Ahmet’te onun yeğeniydi.
Nizamülmülk’ün Terken Hatun’a, Hasan’ın Ahmet’i kandırdığını
ve sefere çıkması gerektiğini söylemesi inandırıcı olmazdı
çareyi Hasan ile Ahmet’in sıkı arkadaş olduklarını gizlemekt e buldu.
En iyisi bu arkadaşlığı gizlemek ve onların birbirler ine düşman olduklarını söylemekti
çünkü Terken Hatun kardeşinin soyunun Semerkant’ta hüküm sürmesinin
Selçuklu saray kadınları arasında kendine yarattığı ayrıcalığın farkındaydı
ve bu avantajı kaybeders e Selçuklulara varis olarak kendi oğlunu bırakması güçleşirdi
Melikşah’a sefere çıkmasını ve yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarması gerektiğini
kendisi söyledi. İki haftalık savaştan sonra
Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıktı ve
Selçuklu hanedanı ile arasındaki ilişki onarılmaz
bir biçimde bozuldu. Hasan ise bu olaydan önemli bir
ders alarak ucuz kurtulmuştu; artık hükümdarları
kazanmaya çalışmayacaktı.
Bundan böyle onların tam karşısında olacaktı. Dünyanın ilk terör örgütü Essasinle r böylece kuruldu.
Hasan’ın, dünyanın ilk istihbara t teşkilatını yönetmiş biri olarak
bu terör örgütü için idari tecrübesi vardı, insanları etkileme
ve yöneticilik derslerin i sürgünde olduğu yıllarda
Kahire’deki El Ezher medresesi nde almıştı.
Kısa zamanda kendileri ne “dinin gerçekçileri”
diyen essasinle r, hükümdarların, valilerin
kadıların ölesiye korktukla rı bir örgüt oldu.
Karşılarında hissettik leri ise sadece çaresizlikti.
Çünkü essasinle r ölmekten korkmuyor lar
eylemden sonra hiçbir yere kaçmıyorlardı.
Bu yüzden onların haşhaşla kafayı bulmuş olduklarına inandılar
Hasan’ın bu adamları haşhaşla kontrol altında tuttuklarını söylediler. Bu terör örgütüne Haşhaşinler dediler.
Haşhaşinlerin lideri, Hasan Sabbah adıyla kendinden sonraki kuşaklara
bile korku salmaya devam etti.
Oysa Haşhaşinlerin haşhaş kullandığı iddiası yalandı.
Hasan Sabbah Nizamülmülk’e ikinci kez yenildikt en sonra
artık Selçuklu ve Acem krallıklarında gizlenme ihtiyacı duymamış
kartal yuvasını andıran sarp kayalıklardaki
Alamut kalesini alarak kendileri ne üs edinmişlerdi.
Hasan Sabbah bu kaleden tüm Acem ve Selçuklu
hükümdarlarına korku salmaya devam etti.
Bu örgütün üyeleri eylem yapacağı kişiyle arkadaş olurlar
onların dilini şivesine kadar önceden çalışırlar, hiç dikkat çekmezler
ve en umulmadık zamanda hançerini çıkartıp öldürürlerdi.
Böylesine planlı bir çalışma ve ölüme karşı duyulan özlem
haşhaşla değil; inançla açıklanabilirdi.
Haşhaşinlerin çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu.
Hasan Sabbah, kalesinde içki ve müzik dahil her türlü eğlenceyi yasaklamış biriydi.
Kalesinde n hiç çıkmaz tüm zamanını kendi hazırladığı
doğunun en eşsiz kütüphanesinde geçirirdi.
İstihbarat kaideleri nce kalesini yönetirdi ve cezaları açık ve sertti.
Yalan yanlış bilgileri bile derhal cezaya bağlardı.
Haklarındaki ihbarlar yüzünden iki oğlunu öldürmüştü.
Dinsizlik le suçlana oğlunun ikiyüzelli yandaşını
öldürtmüş ve diğer ikiyüzelli yandaşınıda arkadaşlarının cesetleri ni sırtlarında taşıtarak kaleden kovmuştu.
Nizamülmülk ise Selçuklu Hanedanıyla arası açıldıktan sonra
“Siyasetna me” sini yazmaya koyulmuştu.
Kitabını yetiştirmeye çalışıyordu çünkü Bağdat
seferine katılması gerekiyordu. Nizamülmülk o günlerde
rüyasında peygamber i gördü. Peygamber rüyasında şöyle
demişti ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; kendi ölüm
tarihini seçme hakkını sana veriyorum .” O da “Ben Melikşah’ın
doğduğunu, bana baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana
gösterme” diyerek yanıt verdi. Peygamber de bunun üzerine
Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini kendisine müjdeledi.
Nizamülmülk bu rüyayı Melikşah’a anlattığında belki Melikşah
bu tehditten yılmış olabilir ama Terken Hatun, planı çoktan
yürürlüğe koymuştu. Nizamülmülk Alpaslan’dan
bu yana Selçuklu Hükümdarlığının temel direği olmuştu ve
ülkeyi ikiye bölecek kadar güçlüydü. Terken Hatun onu
açıkça öldüremezdi. Bunun için Hasan Sabbah’ı kullanmay a
karar verdiler. Nizamülmülk’ü bir Haşhaşin Bağdat seferi
sırasında hançerledi. Haşhaşin
kaçmadı doğal olarak
oracıkta onun da boğazını kestiler. Nizamülmülk Bağdat Seferinin
kendi ölümü için hazırlandığını bilecek kadar tecrübe
ahibiydi ama umursamıyordu çünkü mide kanserind en dolayı
günleri sayılıydı ve de siyasetnamesini
bitirmişti. Bu kitap batı dünyası için Macciavel li’nin Prens’i neyse, doğu içinde öyle olacaktı.
Nizamülmülk’ün adamları sözünde durdular ve Melikşah’ı
kırk gün içinde zehirleye rek öldürdüler. Melikşah kendinden
önceki tüm Türk sultanlar gibi hükümdarlık için varis bırakmadı.
Terken Hatun’un üç oğlu vardı. İlk iki oğlunu sırayla Melikşah’a varis
seçtirmişti ama bu çocuklar anlaşılamaz nedenlerl e öldüler. Terken
Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşında olduğu için Melikşah diğer
saray kadınlarının baskısıyla bu bebeği varis ilan edememişti.
Melikşah’ın hayatta kalan büyük oğlu Berkyaruk başa geçti.
Terken Hatun Berkyaruk’u öldürmek için yeterince
vakit bulamadı; adamları Berkyaruk’u esir aldıklarında kendiside Nizamülmülk’ün adamları tarafından öldürülmüştü.
Hasan Sabbah Alamut kalesinde 80 yaşında öldüğü vakit
varis bıraktığı imam onun odasına girmeye korkmuştu.
Bu korku öylesine güçlüydü ki iki kuşak sonrasında bile
Alamut’taki tüm yasaklar sanki Hasan Sabbah hayattaymış
gibi devam ediyordu. Ancak üçüncü kuşak veliahtı kurtarıcı
ilan edebildil er.
Bu veliaht kendisini n beklenen kurtarıcı olduğunu söyleyerek Alamut tahtına çıktı ve artık imtihan
zamanının dolduğunu, tüm yasakların kalktığını
şeriat zamanının bittiğini ve artık cennet zamanına geçildiğini
söyleyerek Haşhaşin tarikatına son verdi. Peşisıra Moğol istilası
başgösterdi. Alamut Kalesine, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya,
tüm bu kentlerin zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren, Cengiz Han’ın yakıp yıkan Moğol istilası oldu.
Alamut Kalesi... Tahran'a 100 km uzaklıkta bulunuyor .
Amin Maalouf, Semerkant adlı kitabında, doğu’nun günümüze
hiçbir miras bırakmadığını tüm bu hikayenin sonuna ekler.
Yazar, kitabında Ömer Hayyam’ın dörtlüklerini yazdığı
Rubaiyyat adlı eserini aramaya çıkan bir Amerika’lıyı başrole
koyarak hikayeler ini anlatır. Bu Amerikalı, Hayyam’ın
dörtlüklerinde gezinirke n, okuyucuda onunla beraber
binbir gece masallarına konu olan doğunun tüm ihtişamını
yeniden yaşar. Rubaiyyat kitabı Titanic’le birlikte denizin dibine gömülür. Hiçbir miras bırakmamak doğunun kaderidir .
DENEME:
Arapların Gözüyle Haçlılar (1983)
Ölümcül kimlikler (1998)
ROMAN:
Afrikalı Leo (1986)
Semerkant (1988)
Işık Bahçeleri (1991)
Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl (1992)
Tanios Kayası (1993)
Doğunun Limanları (1996)
Yüzüncü Ad (Baldassar e’nin Yolculuğu) (2000)
Uzaktan Aşk (2002)
AMİN MAALOUF İLE İLGİLİ LİNKLER
http://www.edebiyatogretmeni.net/amin_maalouf.htm
http://www.birikinti.com/kitap/dogunun.htm
http://tr.wikipedia.org/wiki/Amin_Maalouf
http://www.kahvemolasi.com/xfiles/kutuphane/kitap_1.asp
http://www.netbul.com/kim_kimdir/kim_kimdirdisp.asp?id=306436
http://www.canim.net/biyografi/b/yazar/amin__maalouf/3644.html
http://amin-maalouf-kimdir.cix1.com/
http://www.google.com.tr/search?q=%C4%B0SLAM%C4%B0%20V%C4%B0DEOLAR%20&ie=utf-8&oe=utf-8&aq=t&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox-a&source=hp&channel=np#hl=tr&gs_nf=3&gs_rn=1&gs_ri=serp&pq=islami%20videolar%20youtube%20&cp=5&gs_id=no&xhr=t&q=AM%C4%B0N%20maalouf&pf=p&client=firefox-a&tbo=d&rls=org.mozilla:tr%3Aofficial&channel=np&sclient=psy-ab&oq=AM%C4%B0N+&gs_l=&pbx=1&bav=on.2,or.r_gc.r_pw.r_qf.&bvm=bv.1355325884,d.ZG4&fp=13ed0ea85865f332&bpcl=39967673&biw=1024&bih=634
Alpaslan 1071 yılında Malazgirt savaşıyla
Bizanslıları bozguna uğrattığı zamanlarda İran Sultan’ı Nasır Han’ın
kızından dokuz çocuğu vardı. Fakat bu akrabalık ilişkileri kimseyi
aldatmaz; Alpaslan’ın bir gözü, Acem krallığının en önemli kentlerinden
biri olan Semerkant’taydı. Bizanslılar karşısındaki zaferinden sonra
Semerkant’a bir korku düşmüştü, çünkü sıranın kendilerine geldiğini
biliyorlardı. Aslında ilk sıra hep bu kentteydi; Semerkant, Buhara ve
İsfahan kentleri o dönemde tüm dünyanın hem kültür, hem bilim, hem
ticaret merkezleriydi. Alpaslan sadece, Bizanslılarla takıştığı için
rotasını değiştirip Anadolu’ya gitmişti. Şimdi asıl önemli olan kente
doğru sefer başlamıştı.
Ancak Semerkant seferi Alpaslan’ın ölümüne neden
olacaktı çünkü yol üzerindeki bir kale kuşatmasında direniş gösteren
Harzemli Yusuf, kıyafeti içine sakladığı bir hançerle onu öldürdü.
Alpaslan bu direnişçinin kim olduğunu merak edip onu huzuruna
çıkarmasaydı durum farklı olurdu kuşkusuz. Yusuf, Alpaslan’ın huzuruna
iki büklüm çıkartılmış ama gururlu Yusuf, kendisine efemine deyince
Alpaslan sinirlenip okuna davranmış, fakat sinirinden eli titrediği için
olsa gerek hedefi tutturamayınca Yusuf hızlı davranıp Alpaslan’ı
hançerlemeyi başarmıştı.
Semerkant, 1993 yılında ilk baskısını yaptı.
Alpaslan dünyanın en büyük devlet adamlarından
biri olarak adını tarihe yazdırabilecekken onun bu özelliği hem ününe
hem hayatına mal oldu. Dokuz çocuğuna rağmen, kadınlara az ilgi gösterir
diye düşmanları tarafından isim takılmıştı ve efemine tavırları
yüzünden, haklı ya da haksız, bu ünü, henüz başlayan parlak saltanatına
bir anda son verecekti.
Alpaslan’ın beklenmedik ölümü Semerkant’ta
bayram havası yarattı. Acemlerin Sultan’ı Nasır Han, çok sevinmekle
beraber sevindiğini gösteremiyordu çünkü karısı, Alpaslan’ın kızıydı.
Selçuklu krallığına bir taziye heyeti hazırladı. Bu taziye heyetinde
Ömer Hayyam’da bulunuyordu. Taziyeleri kabul eden Alpaslan’ın büyük oğlu
Melikşah onyedi yaşındaydı ve ziyaretçilere nasıl davranması
gerektiğini, “ata” diye hitap ettiği Nizamülmülk ona söylüyordu.
Nizamülmülk’ün bir düşü vardı: En güzel, en
zengin, en istikrarlı, en iyi korunan devleti kurmak istiyordu. Her
eyaletin, her kentin, içinde Allah korkusu olan, adil, vatandaşlarının
şikayetlerine kulak veren yöneticilerce yönetilmesini istiyor, kurt ile
kuzunun yanyana su içebileceği bir devlet düşlüyordu. Taziye kabulunda
Ömer Hayyam’ın kulağına onu yanına beklediğini söylemişti çünkü
Nişapurlu Ömer’in gökbilimci, matematikçi, tıp bilimcisi olarak
sınırları aşmış bir ünü vardı ve Nizamülmülk’ün düşlediği devlette ona
ihtiyaç vardı. Nizamülmülk, ondan, günümüzde istihbarat teşkilatı olarak
adlandırabileceğimiz bir sistemi kurmasını istemişti. Fakat Ömer Hayyam
kendisine verilen teklifin kendisine uygun olmadığını, yolda tanıştığı
genç arkadaşının bu vasıflara daha çok uygun düştüğünü söyleyerek Rey’li
genç arkadaşı Hasan’ı Nizamülmülk’e önerdi.
Hasan Sabbah, Nizamülmülk’ten iş istemek için
yola koyulduğunda böyle bir mevki aklında yoktu kuşkusuz. Ancak yolda
bilgelerin bilgesi Ömer Hayyam’la karşılaştığında Tanrı’nın kendi
yanında olduğunu anlamış olmalı; hele ki Nizamülmülk’ten istihbarat
teşkilatı kurması için görev verildiğinde kendisinin seçilmiş biri
olduğuna inancı tamdı.
Hasan Sabbah büyük Acem krallığının düşünü
kuruyordu ve krallıkta Nizamülmülk gibi Türklere uşaklık yapan Acem
döneklerin hiç yeri yoktu. Yıllar sonra, kendiside Melikşah’ın Selçuklu
Devletinde hizmet alan bir Acem döneği olmakla kendini suçlayacaktı. Ama
o sırada düşündüğü bu değildi. Melikşah’la yaşıttılar; on sekiz yaşında
iki iyi arkadaş oldular. Hükümdarı kazanmak önemliydi. İlk iş olarak
Nizamülmülk’ü devre dışı bırakmaya çalışması, kendi sonunu hazırladı.
Nizamülmülk ondan daha tecrübeli biriydi kuşkusuz; Hasan hazine
konusunda üzerine aldığı bir işi “raporumu tamamladım” diyerek
Melikşah’ın karşısına çıktığı vakit elinde tuttuğu sayfalarda tam bir
tutarsızlık ve karmaşa gördü çünkü birlikte çalıştığı adamların
Nizamülmülk tarafından aleyhte kullanılması çok kolaydı. Melikşah
Nizamülmülk’ten kuşkulanamazdı; Hasan Sabbah’ı ölümle cezalandırdı ancak
o dakikada hükümdarı sürgün cezasının yeterli olacağına ikna ederek
Hasan Sabbah’ı ölümden kurtaran yine Ömer Hayyam oldu. Kaşan kentindeki
konakta ilk tanışmalarında Hasan mevcut tüm kitapları ezberden okuyan ve
kendisini etkilemiş bir bilgindi; kendi eliyle Selçuklulara getirdiği,
arkadaşlık ettiği birinin ölümüne razı olmazdı.
Hasan sürgünden yedi yıl sonra kendine essasin (aslolan;
gerçekçi) diyerek Acem krallığında bir derviş olarak ortaya çıktı. Nasır
Han ölmüş yerine oğlu Ahmet geçmiş ve Hasan’ın bilgeliğinden
etkilenmişti. Selçuklulara ise Melikşah ile veziri Nizamülmülk
hükmetmeye devam ediyordu. Nizamülmülk için Hasan’ın ortaya çıkışı açık
bir tehditti. Kendi istihbaratı ona Hasan’ın yakalanmasının an meselesi
olduğunu söylüyordu ama Hasan hiçbir zaman ele geçirilemiyordu. Bu
sayede hem Hasan’la karşı karşıya gelme fırsatını yakalamış olacak hem
de Semerkant’ı Hasan’ın sapkın düşüncelerinden kurtaracaktı. Ancak
Melikşah’ın karısı Terken Hatun, önünde bir engeldi. Terken Hatun,
Semerkant’ı yöneten Nasır Han kardeşiydi ve şimdi başta olan Ahmet’te
onun yeğeniydi.
Nizamülmülk’ün Terken Hatun’a, Hasan’ın Ahmet’i kandırdığını ve
sefere çıkması gerektiğini söylemesi inandırıcı olmazdı; çareyi Hasan
ile Ahmet’in sıkı arkadaş olduklarını gizlemekte buldu. En iyisi bu
arkadaşlığı gizlemek ve onların birbirlerine düşman olduklarını
söylemekti çünkü Terken Hatun kardeşinin soyunun Semerkant’ta hüküm
sürmesinin Selçuklu saray kadınları arasında kendine yarattığı
ayrıcalığın farkındaydı ve bu avantajı kaybederse Selçuklulara varis
olarak kendi oğlunu bırakması güçleşirdi; Melikşah’a sefere çıkmasını ve
yeğeni Ahmet’i Hasan’dan kurtarması gerektiğini kendisi söyledi. İki
haftalık savaştan sonra Nizamülmülk’ün oyunu ortaya çıktı ve Selçuklu
hanedanı ile arasındaki ilişki onarılmaz bir biçimde bozuldu. Hasan ise
bu olaydan önemli bir ders alarak ucuz kurtulmuştu; artık hükümdarları
kazanmaya çalışmayacaktı. Bundan böyle onların tam karşısında olacaktı.
Dünyanın ilk terör örgütü Essasinler böylece kuruldu.
Hasan’ın, dünyanın ilk istihbarat teşkilatını yönetmiş biri
olarak, bu terör örgütü için idari tecrübesi vardı, insanları etkileme
ve yöneticilik derslerini sürgünde olduğu yıllarda Kahire’deki El Ezher
medresesinde almıştı.Kısa zamanda kendilerine “dinin gerçekçileri” diyen
essasinler, hükümdarların, valilerin, kadıların ölesiye korktukları bir
örgüt oldu. Karşılarında hissettikleri ise sadece çaresizlikti. Çünkü
essasinler ölmekten korkmuyorlar, eylemden sonra hiçbir yere
kaçmıyorlardı. Bu yüzden onların haşhaşla kafayı bulmuş olduklarına
inandılar, Hasan’ın bu adamları haşhaşla kontrol altında tuttuklarını
söylediler. Bu terör örgütüne Haşhaşinler dediler.
Haşhaşinlerin lideri, Hasan Sabbah adıyla kendinden sonraki kuşaklara
bile korku salmaya devam etti. Oysa Haşhaşinlerin haşhaş kullandığı
iddiası yalandı. Hasan Sabbah Nizamülmülk’e ikinci kez yenildikten
sonra, artık Selçuklu ve Acem krallıklarında gizlenme ihtiyacı duymamış;
kartal yuvasını andıran sarp kayalıklardaki Alamut kalesini alarak
kendilerine üs edinmişlerdi. Hasan Sabbah bu kaleden tüm Acem ve
Selçuklu hükümdarlarına korku salmaya devam etti. Bu örgütün üyeleri
eylem yapacağı kişiyle arkadaş olurlar, onların dilini şivesine kadar
önceden çalışırlar, hiç dikkat çekmezler ve en umulmadık zamanda
hançerini çıkartıp öldürürlerdi. Böylesine planlı bir çalışma ve ölüme
karşı duyulan özlem, haşhaşla değil; inançla açıklanabilirdi.
Haşhaşinlerin çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu. Hasan
Sabbah, kalesinde içki ve müzik dahil her türlü eğlenceyi yasaklamış
biriydi. Kalesinden hiç çıkmaz tüm zamanını kendi hazırladığı, doğunun
en eşsiz kütüphanesinde geçirirdi. İstihbarat kaidelerince kalesini
yönetirdi ve cezaları açık ve sertti. Yalan yanlış bilgileri bile derhal
cezaya bağlardı. Haklarındaki ihbarlar yüzünden iki oğlunu öldürmüştü.
Dinsizlikle suçlana oğlunun ikiyüzelli yandaşını öldürtmüş ve diğer
ikiyüzelli yandaşınıda arkadaşlarının cesetlerini sırtlarında taşıtarak
kaleden kovmuştu.
Nizamülmülk ise Selçuklu Hanedanıyla arası
açıldıktan sonra “Siyasetname” sini yazmaya koyulmuştu. Kitabını
yetiştirmeye çalışıyordu çünkü Bağdat seferine katılması gerekiyordu.
Nizamülmülk o günlerde rüyasında peygamberi gördü. Peygamber rüyasında
şöyle demişti ona: “Sen İslam’ın temel direğisin; kendi ölüm tarihini
seçme hakkını sana veriyorum.” O da “Ben Melikşah’ın doğduğunu, bana
baba dediğini bilirim, onun ölümünü bana gösterme” diyerek yanıt verdi.
Peygamberde bunun üzerine Melikşah’dan kırk gün önce öleceğini kendisine
müjdeledi. Nizamülmülk bu rüyayı Melikşah’a anlattığında belki Melikşah
bu tehditten yılmış olabilir ama Terken Hatun, planı çoktan yürürlüğe
koymuştu. Nizamülmülk Alpaslan’dan bu yana Selçuklu Hükümdarlığının
temel direği olmuştu ve ülkeyi ikiye bölecek kadar güçlüydü. Terken
Hatun onu açıkça öldüremezdi. Bunun için Hasan Sabbah’ı kullanmaya karar
verdiler. Nizamülmülk’ü bir Haşhaşin Bağdat seferi sırasında
hançerledi. Haşhaşin kaçmadı doğal olarak, oracıkta onun da boğazını
kestiler. Nizamülmülk Bağdat Seferinin kendi ölümü için hazırlandığını
bilecek kadar tecrübe sahibiydi ama umursamıyordu çünkü mide kanserinden
dolayı günleri sayılıydı ve de siyasetnamesini bitirmişti. Bu kitap
batı dünyası için Macciavelli’nin Prens’i neyse, doğu içinde öyle
olacaktı.
Nizamülmülk’ün adamları sözünde durdular ve
Melikşah’ı kırk gün içinde zehirleyerek öldürdüler. Melikşah kendinden
önceki tüm Türk sultanlar gibi hükümdarlık için varis bırakmadı. Terken
Hatun’un üç oğlu vardı. İlk iki oğlunu sırayla Melikşah’a varis
seçtirmişti ama bu çocuklar anlaşılamaz nedenlerle öldüler. Terken
Hatun’un üçüncü oğlu henüz bir yaşında olduğu için Melikşah diğer saray
kadınlarının baskısıyla bu bebeği varis ilan edememişti. Melikşah’ın
hayatta kalan büyük oğlu Berkyaruk başa geçti. Terken Hatun Berkyaruk’u
öldürmek için yeterince vakit bulamadı; adamları Berkyaruk’u esir
aldıklarında kendiside Nizamülmülk’ün adamları tarafından öldürülmüştü.
Hasan Sabbah Alamut kalesinde 80 yaşında
öldüğü vakit, varis bıraktığı imam onun odasına girmeye korkmuştu. Bu
korku öylesine güçlüydü ki iki kuşak sonrasında bile Alamut’taki tüm
yasaklar sanki Hasan Sabbah hayattaymış gibi devam ediyordu. Ancak
üçüncü kuşak veliahtı kurtarıcı ilan edebildiler. Bu veliaht kendisinin
beklenen kurtarıcı olduğunu söyleyerek Alamut tahtına çıktı ve artık
imtihan zamanının dolduğunu, tüm yasakların kalktığını, şeriat zamanının
bittiğini ve artık cennet zamanına geçildiğini söyleyerek Haşhaşin
tarikatına son verdi. Peşisıra Moğol istilası başgösterdi. Alamut
Kalesine, Semerkant’a, İsfahana’a, Buhara’ya, tüm bu kentlerin
zenginliğine, kültürüne, kütüphanelerine son veren, Cengiz Han’ın yakıp
yıkan Moğol istilası oldu.
Alamut Kalesi... Tahran'a 100 km uzaklıkta bulunuyor.
Amin Maalouf, Semerkant adlı kitabında,
doğu’nun günümüze hiçbir miras bırakmadığını tüm bu hikayenin sonuna
ekler. Yazar, kitabında Ömer Hayyam’ın dörtlüklerini yazdığı Rubaiyyat
adlı eserini aramaya çıkan bir Amerika’lıyı başrole koyarak hikayelerini
anlatır. Bu Amerikalı, Hayyam’ın dörtlüklerinde gezinirken, okuyucuda
onunla beraber, binbir gece masallarına konu olan doğunun tüm ihtişamını
yeniden yaşar. Rubaiyyat kitabı Titanic’le birlikte denizin dibine
gömülür. Hiçbir miras bırakmamak doğunun kaderidir.
|