Fâiz, günümüzde daha çok “ödünç paranın getirisi”, “paranın zaman değeri” ve “paranın kirası” şeklinde tanımlanmaktadır. Nitekim bugün fâiz uygulamaları büyük oranda para borçlarında gerçekleştirilmektedir. Halbuki İslam hukûkunda fâiz, yalnızca para borçlarına özgü değildir. Belli nitelikleri haiz ürünlerin borç verilmesi ya da alım satımında fâiz olabileceği değerlendirilmektedir.
İslâm hukûkunda fâiz konusunu şöyle şemalaştırabiliriz:
Şekil-2: İslam’da Faiz Tasnifi.
Fâiz, Kur’ân’da açıkça yasaklanmış ancak tanımlanmamıştır. Hz. Peygamber’e (aleyhisselâm) nispetle aktarılan haberlerde ise fâiz hakkında oldukça malumat bulunmaktadır3. Ancak bu hadisler çoğu zaman İslâm âlimlerinin farklı yorumlarına izin vermiştir. Yani delâletleri zannîdir.
Kur’ân’da yasaklanan fâiz, câhiliye fâizidir. Buna borç fâizi de denilir. Mislî (piyasada standart bulunan) bir varlık (para, altın, buğday, nohut, kağıt, kumaş, yumurta) borç verilip fazlalık şartı koşulursa câhiliye fâizi gerçekleşir.Buna göre 1000 TL verip belli bir vâdede 1500 TL istemek ya da 100 kg. buğday verip belli bir vâdede 120 kg. buğday istemek fâizli bir işlem olmaktadır.
Herhangi bir sebeple oluşmuş vâdeli borcun vâdesinin uzatılıp borcun artırılması da câhiliye fâizi doğurur. Buna göre 3 aylık bir çek karşılığı mal satıldığında müşteri malın mâliki olmakta ve satıcıya teslim edilen çek “nakit borcun belgesi” hükmünü almaktadır. Dolayısıyla satıcı elindeki çekin vâdesini uzatıp borcu artırdığında nakit bir varlığı daha fazlasıyla değiştirmiş olmaktadır. İslâm hukukçuları bu işlemi de fâizli muâmele saymaktadırlar.
Herhangi bir sebeple oluşmuş vâdeli borcun vâdesinin uzatılıp borcun artırılması da câhiliye fâizi doğurur. Buna göre 3 aylık bir çek karşılığı mal satıldığında müşteri malın mâliki olmakta ve satıcıya teslim edilen çek “nakit borcun belgesi” hükmünü almaktadır. Dolayısıyla satıcı elindeki çekin vâdesini uzatıp borcu artırdığında nakit bir varlığı daha fazlasıyla değiştirmiş olmaktadır. İslâm hukukçuları bu işlemi de fâizli muâmele saymaktadırlar.
Şekil-3: Borç Vermede Faizin Ortaya Çıkışı.
Kıyemî (piyasada standart bulunmayan ve birimleri arasında farklılık olan) varlıkların (hayvan, arsa, araç, daire, dükkan, el işi halı, mücevherat) değişiminde ise fâiz gerçekleşmez. Buna göre bir başkasının aracını belli bir dönem için kullanıp dönem sonunda hem aracı teslim edip hem de bir miktar ödeme yapmak fâiz değil kira olarak değerlendirilir.
İslâmiyet’te câhiliye fâizi dışında bir de alışveriş fâizi vardır. Bu fâiz türü câhiliye fâizine alım satım yoluyla gidilmesin diye yasaklanmıştır. Hz. Peygamber’den (aleyhisselâm) nakledilen “altı mal hadisi” İslâm mezheplerinin alım satım fâizi konusundaki temel dayanağıdır. Bu hadisin farklı rivayetlerini bir araya getirdiğimizde şu anlam çıkmaktadır:
Altın altın karşılığı, gümüş gümüş karşılığı, buğday buğday karşılığı, arpa arpa karşılığı, hurma hurma karşılığı ve tuz tuz karşılığı alım satımı4 yapılacaksa peşin ve aynı miktarda mübâdele edilmelidir. Kim fazla verir ya da fazlalık isterse fâize düşmüş olur. Fâiz alan ile veren aynıdır. Eğer mübâdele edilen varlıkların cinsleri değişirse peşin olmak kaydıyla mübâdele olabilir.
Hadiste altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzun fâiz oluşmasına uygun (ribevî) mallar olduğu ifade edilmiştir. Bunların sayılması söz konusu malların Hz. Peygamber (aleyhisselâm) döneminde hem para olarak kullanılmaları5hem de “birbirlerinin yerine geçebilmeleri” sebebiyledir 6. Yani bugün itibariyle nasıl DOLAR ile TL birbirinin yerine geçebiliyorsa o gün itibariyle buğday ve arpa da birbirinin yerine geçebilmekte idi. Alım satımlar daha çok trampa şeklinde olduğu için büyük oranda mal para sistemi gereği buğday, arpa, hurma ve tuz, para gibi de kullanılmakta idi. Dolayısıyla bunların birbiriyle (buğdayın arpayla, tuzun buğdayla, hurmanın arpayla vs.) mübâdelelerinde para değişiminde öngörülen şartlar aranmıştır. Yani değişim alım satım niyeti ile yapılacak ise peşin olmak kaydı konulmuştur. Bununla birlikte mübâdele sırasında buğday arpadan daha az ya da daha çok olabilir.
İslâm hukukçuları fâizin bu altı ürünle ortak niteliğe (fâiz illeti) sahip başka ürünlerde de olup olamayacağını tartışmış ve âlimlerin çoğunluğu fâizin yalnızca bu altı mala özgü olmadığını ifade etmiştir. Ancak onlar da fâizin gerçekleşmesine sebep olan bu ortak niteliğin tespitinde görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Hanefî ve Hanbelîler’e göre alışveriş fâizinin illeti cins ve ölçü-tartı birliği, Şâfiîler’e göre gıda ve para olmak ve Mâlikîler’e göre ise saklanabilen gıda ve para olmaktır.
Erken dönem İslâm âlimleri ortak nitelik taşımayan fâize uygun malların karşılıklı fazlalıklı ve vâdeli mübâdelesinin câiz olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Örneğin altın verip buğday almak, gümüş verip arpa almak böyledir. Zira bedellerden biri paradır ya da tartılarak mübâdele edilir; diğeri ise ölçüyle mübâdele edilir. Günümüzde de para karşılığı emtia alımları peşin ya da vâdeli olabilir. Bu durumda kesinlikle fâiz oluşmaz. Malın maliyeti ile fiyatı arasındaki fark satıcının meşrû kârı kabul edilir.
Erken dönem İslâm âlimleri fâize uygun bir malın kendi cinsiyle iki bedelden biri vâdeli olmak üzere mübâdelesinin câiz olmadığında ittifak etmişlerdir. Örneğin eşit bile olsa altın ile altın alım satımının peşin olması gerekir demişlerdir. Bu işlem borç verme amacıyla yapılırsa peşinlik şartı önemsizleşir. Buna göre bir başkasına 100 gr. altın borç verip 100 gr. altın vâdeli olarak tahsil edilebilir. Zira, burada amaç ticâret yoluyla kâr değil menfaatsiz borç vermek yoluyla iyilik yapmaktır. Şekil-4: Alışveriş Faizinin Peşin veya Vadeli Olarak Ortaya Çıkışı. olması gerekir demişlerdir. Bu işlem borç verme amacıyla yapılırsa peşinlik şartı önemsizleşir. Buna göre bir başkasına 100 gr. altın borç verip 100 gr. altın vâdeli olarak tahsil edilebilir. Zira, burada amaç ticaret yoluyla kâr değil menfaatsiz borç vermek yoluyla iyilik yapmaktır.
Şekil-4: Alışveriş Faizinin Peşin veya Vadeli Olarak Ortaya Çıkışı.
Erken dönem İslâm âlimleri arasında fâize uygun bir malın kendi cinsiyle peşin ancak fazlalıklı satılmasının câiz olmadığı yolunda yaygın görüş bulunmaktadır. Örneğin altın verip altın alınırken, buğday verip buğday alırken iki bedelin gramı veya ölçüsü aynı olmalıdır. Halbuki Abdullah b. Abbâs ve bazı sahâbîler (radıyallâhuanhüm) fâizin vâdeli işlemlerde olacağını; peşin işlemlerde fâiz olmayacağını belirtmişlerdir. Buna göre peşin mübâdele var ise bedellerin fazla olmasında fâiz oluşmaz. Yani 14 ayar altın ile 22 ayar altını peşin ve fazlalıklı değiştirmek fâize yol açmaz. Burada vâde söz konusu olursa fâizden bahsedilebilir.
Fâize uygun bir malın kendi cinsiyle ya da aynı ortak niteliği taşıyan başka bir malla değişiminde karşılıklı teslim tesellüm gerçekleşmeden tarafların ayrılmasının câiz olmadığında da erken dönem İslâm hukukçuları ittifak etmişlerdir. Örneğin altın verip gümüş alınıyorsa ya da buğday verip arpa alınıyorsa bedeller karşılıklı alınıp verilmelidir. Bugün itibariyle gümüşün para vasfı kalmadığından yani bakır, krom, demir gibi tamamen bir emtiaya dönüştüğünden altın ile aynı kategoride değerlendirilemez. Bu sebeple gümüşün altın karşılığı vâdeli satımı mümkündür. Buğday, arpa, hurma ve tuz ise Hz. Peygamber (aleyhisselâm) döneminde hem mal para olarak kullanıldıkları ve hem de birbirlerinin yerine geçebilir oldukları için peşinlik kaydı düşülmüştür. Yani para mübâdelelerinde aranan şartlar bunların değişiminde de aranmıştır. Fakat bugün itibariyle trampa yoluyla alım satım olmadığından ve bu mallar tıpkı diğer mallar gibi farklı farklı görüldüğünden birbirleriyle mübâdelelerinde peşinlik şartı aranamaz.
Erken dönem İslâm âlimleri değişimi yapılan fâize uygun malların cinsleri farklı ise peşin olmak kaydıyla fazlalığın câiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Örneğin bir ölçek buğday verip iki ölçek arpa almak böyledir. Yukarıda arzettiğimiz üzere artık birbirinin yerine geçmeyen ve para gibi kullanılmayan malların vâdeli değişiminde fâiz oluştuğu söylenemez.
Netice itibariyle mislî veya kıyemî bir malı peşin ya da belli bir vâdeyle para karşılığı mübâdele edersek hiçbir fâiz illetinde ortak olmayan iki varlığı değiştirdiğimiz için fâiz oluşmaz ve alınan ücret malın bedeli olur. Malın mâliyeti ile fiyatı arasındaki fark ise fâiz değil meşrû kâr sayılır. Örneğin üretimi ya da sahip olunuşu 10.000 TL’ye mal olmuş bir emtianın peşin 11.000 TL’ye ya da 3 ay vâdeli 11.500 TL’ye satılması halinde maliyetin üzerine kazanılan miktar fâiz değil kârdır. Piyasada standart var olmayan bir malın kullanım hakkı belli bir vâdeye kadar belli bir fiyat karşılığı devredildiği takdirde alınan ücret fâiz değil kira olur. Örneğin bir arabayı kullanması için 1 aylığına verdiğimiz şahıstan araba ile birlikte 500 TL istersek bu fazlalık fâiz değil kira olarak değerlendirilir.
3. Ayrıntılı bilgi için bk. İshak Emin Aktepe, Hadis Kaynaklarında Fâiz ve Finansman, İstanbul: Hayat Yayınları, 2011.
4. Borç / karz ilişkilerinde peşinlik kaydı anlamsız kaldığından ve borcun / karzın iyilik niyetiyle verilmesi gerektiğinden İslâm hukukçuları borcu, alım satımdan bu noktada ayırmaktadırlar. Yani 100 gr. altın borç verip bir ay sonra yine 100 gr. altın tahsil edilebilir ancak bu işlem alım satım niyetiyle yapılamaz. Zira alım satım olunca satıcı ya da alıcı mutlaka bir kâr amacı güder. Peşin de her zaman vâdeliden daha değerli olduğundan bu menfaat da fâiz sayılmıştır.
5. Bu tespit için bk. Oğuzhan Tan, “Ekonomik Realite Temelinde Altı Sınıf (Esnaf-ı Sitte) Hadisi Üzerine Bir Değerlendirme” AUİFD, 51:2 (2010), s. 167-188. Aynı tespitin daha evvel Mehmet Odabaşı tarafından da şifahen ifade edildiğini belirtmeliyim.
6. Bu tespit için bk. Abdulaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, www.suleymaniyevakfi.org (10.02.2012)
http://www.katilimbankaciligi.com/faiz-nedir/